Trump’ın Orta Doğu mirası
Önceki yazıda ABD Başkanı Donald Trump’ın küresel vizyonunu ele almış, selefi Obama ile olan benzerliğinden bahsetmiştim. Bu yazıda ise Trump döneminde uygulanan Orta Doğu politikaları üzerine müstakil bir değerlendirme sunmak istiyorum. Zira Trump’ın Orta Doğu ve İslam Dünyası ile ilişkilere dair bıraktığı dış politika mirası, bizi çok yakından ilgilendiriyor.
Trump’ın Orta Doğu’ya bakışı ve uyguladığı politikalar benzerliklerle birlikte, önceki dönemlerden önemli farklılıklar taşıyor.
Trump’ın Obama’dan devraldığı “Asya’ya yönelim” stratejisinin en önemli etki alanlarından biri Orta Doğu oldu. Obama ve sonrasında Trump’ın Suriye’ye aktif müdahalede bulunmaktan kaçınan stratejisi, Rusya’ya, Türkiye’nin tam ortasında bulunduğu, Avrupa ve Batı Asya coğrafyasında görülmemiş bir alan açtı. Bu arada Trump, Suriye’de PYD’ye yönelik önceki yönetimin desteğini sürdürdü; Suriye’den kısmi çekilme kararı ile de bu alanı Türkiye’ye karşı kullanabileceği bir kart olarak Rusya’ya terketti.
Bununla birlikte Trump, tarihteki en açık İslam karşıtı söylemi dile getiren ABD başkanı oldu. Kendisinden önceki başkanlar terörizmle İslam’ı ayıran bir söylemle, terörle mücadelenin İslam’a karşı değil, teröristlere karşı olduğunu ifade etmişlerdi. Irak ve Afganistan’a savaş açan Bush dahi İslam ile terörizm arasında bir bağlantıyı ima etmemeye, en azından siyasi üslup açısından dikkat etmişti. Trump ise doğrudan İslam’ı hedef alan bir söylemi benimsedi. Bu durum eleştirildiğinde, “sorunun adını doğru koymazsanız onunla baş edemezsiniz” diye karşılık verdi. Göreve başlama konuşmasında da “radikal İslami terörizmi” yeryüzünden silmeyi vadetti.
Türkiye tarafından hiç tepki verilmese de, yedi Müslüman ülkeyi kapsayan vize yasağı bu dönemin açık ayrımcı uygulamalarından birisiydi. Üstelik bu ülkelerin dini azınlıklara mensup vatandaşları kapsam dışı bırakılmıştı. Trump, böylece, İslam karşıtı politika ve söylemi resmi düzleme taşımış, İslamofobinin kamusal alanda yayılmasına doğrudan katkıda bulunmuştur.
Trump yayınladığı bir sosyal medya mesajında, “Hillary [Clinton] ve Obama ile terör saldırıları daha da kötüleşecek. Siyasi doğruluk aptalları, meselenin adını bile koyamıyorlar -RADİKAL İSLAM!” (4 Temmuz 2016) diyordu. Her fırsatta “radikal İslam”ı tehdit olarak vurguluyordu: “hayat tarzımız radikal İslam’ın tehdidi altındadır” (29 Temmuz 2016).
Trump’ı önceki başkanlardan ayıran bir diğer önemli husus ise, İsrail’e dair yaklaşımında ortaya çıkmıştır. Her ne kadar ABD’de İsrail konusunda partiler üstü bir konsensus olduğu kabul edilse de, tarihsel süreç boyunca, iki ülke ilişkileri sanıldığı kadar pürüzsüz geçmedi. Öyle ki, 1956 Süveyş krizinde ABD, İsrail’i değil, Mısır tarafını desteklemişti. 1967 Savaşı’ndan itibaren ABD, esasen savaş öncesi sınırları baz alan bir süreçle, iki devletli çözümü resmi bir politika olarak benimsemişti. Obama dönemi ise bir çok gözlemci ve Trump tarafından ABD-İsrail ilişkilerinin en kötü dönemi olarak nitelendirilmişti.
Obama yönetiminin son icraatlarından biri, Aralık 2016’da İsrail’in illegal yerleşim merkezlerini kınamaya yönelik BM Güvenlik Konseyi kararını veto etmemesi olmuştu. Bu tutum, sosyal medya üzerinden “İsrail güçlü kal, 20 Ocak yaklaşıyor” mesajı yayınlayan Trump tarafından sert bir dille eleştirilmişti.
Nitekim Trump kendi döneminde, İsrail’e, tarihte görülmemiş bir destek açısından sundu. İsrail Başbakanı Netanyahu, İsrail sağından bile daha sert görüşleriyle tanınan ABD Büyükelçisi David Friedman ve şahsi dostu Jared Kushner’in de yardımıyla, Trump yönetiminden dört kritik konuda istediğini aldı: (1) İran’la nükleer anlaşmanın iptali ve bu ülkeye yönelik ekonomik yaptırımların sertleştirilmesi, (2) işgal altındaki Golan Tepeleri’nin İsrail toprağı olarak tanınması, (3) Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması ve ABD büyükelçiliğinin taşınması, ve son olarak (4) İbrahim Anlaşması süreciyle İsrail’in BAE, Bahreyn ve Sudan ile diplomatik ilişkilerinin başlaması. Esasen Suudi Arabistan’ın örtülü tarafı olduğu Arap-İsrail normalleşme süreci çerçevesinde, Umman’la da müzakereler sürüyor.
Yine Sırbistan ve Kosova’nın karşılıklı anlaşmasına Kudüs şartı eklenmesi de, İsrail’in Amerika’nın kanatları altında diplomatik etkinliğini, Türkiye’nin hilafına artıran bir gelişmeydi.
Özetle İslamofobik söylemin resmileşmesi, Rusya’ya nüfuz alanını genişletme fırsatı verilmesi, İsrail-Arap barış süreci adı altında Filistin’in devre dışı kalması, İsrail’in işgallerinin onaylanması, ve İran’la müzakere süreci bitirilerek rejimin tahkim edilmesi, son dört yılın Orta Doğu politikasının en önemli boyutlarıdır. Trump ABD’yi Orta Doğu’da bir savaşın dışında tutma vaadini yerine getirdi ancak ülkesinin bölgesel stratejik çizgisinden önemli ölçüde uzaklaştı.
Trump’ın bölgede izlediği politikaları, Türkiye’nin temel çıkarları açısından ne ifade etmiştir ve bölgesel güç dengelerini nasıl etkilemiştir? Bu soruları başka bir yazıya bırakalım.