Trump’ın ardından gözyaşı dökelim mi?
Bütün dünyada her zaman en yoğun ilgiyle ve en fazla merakla izlenen yabancı seçimler kuşkusuz Amerikan seçimleridir. Bunun en büyük nedeni seçimlerinin sonucunun bütün dünyayı etkileme potansiyeline sahip olması. Ancak bu defa Trump’ın tartışmalı karakterinden kaynaklanan özel bir ilgi sözkonusuydu.
Trump’ın seçimleri kaybetme ihtimaline üzülenler kadar sevinenler de oldu. Türkiye’de Trump’ın gizli ve açık destekleyenleri onun Türkiye’nin çıkarları için daha avantajlı olduğunu düşünüyorlar. Şahsen seçildiği günden bu yana bu fikirde değildim, son dört yılın uygulamalarıyla da Trump kanaatimi daha da güçlendirdi.
Trump, son dört yılda Orta Doğu’da, Rusya’nın nüfuz alanını genişletmesine imkan vererek, İsrail-Arap “barış süreci” adı altında Filistin’i devre dışı bırakarak, baskıcı Arap rejimlerini güçlendirerek, İsrail’in işgallerini onaylayarak ve İran nükleer anlaşmasını iptal ederek Türkiye’nin bölgesel etki ve gücünün altını oydu.
Rusya’nın müdahalesiyle seçildiği konusunda teyitli istihbarat raporları bulunan Trump, Putin’e karşı oldukça ılımlı bir tutum geliştirdi. Obama’nın Suriye’ye doğrudan müdahale etmeme ve PYD’ye destek verme politikasını da sürdürdü. Daha sonra, Ankara’nın isteği bu doğrultuda olsa da, Suriye’den kısmi çekilmeyle Türkiye’yi Rusya karşısında yalnız ve zayıf bıraktı.
Trump’ın İsrail ve Suudi Arabistan’la kurduğu yakın ilişkiler, Türkiye’nin Orta Doğu’da sıkışmasına yol açtı. İsrail’le Körfez Arap rejimlerini barış süreci adı altında, İsrail’in Filistin topraklarını işgal politikasına ses çıkarmadan normalleşme sürecine teşvik etmesi, Türkiye’nin Filistin sorununa bakışı ile tezat teşkil ediyordu. Trump’ın arabuluculuğunda gerçekleşen Kosova ve Sırbistan arasındaki anlaşmaya, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması şartını getirmesi de Türkiye’nin sert tepkisine yol açan bir gelişme oldu. Trump adeta İsrail’i kanatları altına alarak, Türkiye’nin tarihi nüfuz sahasında at koşturmasına imkan sağlamış oldu. Sudan’ın İsrail’le normalleşme anlaşmasını bu açıdan yorumlamak gerekiyor.
Diğer tarafta, Obama’nın İran’ın nükleer programına ilişkin yaptığı anlaşmanın Trump tarafından iptali, Orta Doğu’daki güvenlik ikliminin yumuşaması açısından olumsuz bir gelişmeydi. Türkiye öteden beri İran krizinin müzakereler yoluyla sonuçlanmasını savunmuştur. Ekonomik yaptırımlarla köşeye sıkıştırılmış bir İran, bölgede mezhepçilik kartını kullanarak bölgesel güvenliğini artırmaya çalışan bir rejim oldu. Trump’ın İran politikası rejimi zayıflatmadığı gibi, kendisini daha güvensiz hissettirdiği için rejimin radikal unsurlarını tahkim etmiştir.
Ayrıca Trump, radikal İslam olarak gördüğü tehdit içerisinde sadece İşid gibi terör örgütlerini değil, demokratik süreçle iktidara gelmeye çalışan ılımlı İslami hareketleri de görmektedir. Trump, Arap Baharı sürecinde Mübarek’e açık destek vermiş, muhalif gösterileri “radikal İslam” olarak tanımlamıştı.
Bütün bunlar, Trump’ın Orta Doğu’ya yönelik dış politikasının çıkarlar ve yaklaşım açısından Türkiye ile taban tabana zıt olduğunu, Rusya, İsrail, Suudi Arabistan ve dolaylı olarak İran’ın gücünü Türkiye’nin hilafına artırdığını gösteriyor.
Ayrıca Trump’ın Türkiye’ye yönelik tutumu da dostane olmaktan çok uzaktı. S-400 alım kararına karşı, Trump yönetimi Türkiye’yi F-35 programından çıkardı. Ülkenin itibarını küçük düşürecek sosyal medya mesajları yayınladı; daha da önemlisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben bütün diplomatik nezaket kurallarını hiçe sayan bir mektup gönderdi. Sadece bu mektup bile Trump’ın karakterini ortaya koymada yeterlidir.
Trump, son otuz yılda görev süresi boyunca hiç Türkiye’yi ziyaret etmeyen ilk Amerikan başkanı oldu; Irak’taki Amerikan üssüne habersiz ziyareti dışında, Orta Doğu’da sadece İsrail ve Suudi Arabistan’ı ziyaret etti.
Dünyanın geriye kalanı için Amerikan seçimlerinin sonucu, bütün dünyaya nasıl bir siyasi iklimin egemen olacağı sorusu açısından önem taşıyor. ABD’nin dünyadaki siyasi trendleri belirleme konusundaki gücü ortada. Seçimlerde oy sayımının durdurulmasını isteyecek kadar otoriter özlemler taşıyan bir başkanın iş başında bulunması, sadece Amerikan siyasetini ilgilendiren bir olay değil. Şüphesiz, Trump’ın seçimi kaybetmesi, onun hayranlık duyduğu ve teşvik ettiği popülist otoriteryanizmin geleceğini de doğrudan etkileyecek.
Kendi şahsi çıkarlarını demokrasi dışında gören kimi çevreler açısından bu durum endişe verici olabilir. Ancak güçlü bir Türkiye’nin ve İslam dünyasının yolunun, güçlü bir demokrasiden geçtiğine inanan diğer herkes için Trump’ın kaybetmesi önemliydi. Trump’ın yükselttiği ırkçılık, İslamofobik söylem ve kültür savaşı dünyayı daha huzurlu hale getirmemiştir.
Kuşkusuz Türkiye’nin Biden yönetimindeki ABD ile arasında derin çıkar farklılıkları var olmaya devam edecek. Ancak Ankara açısından, muhatap bir ülkenin başında, davranışları öngörülebilir bir devlet adamı olması her zaman daha tercih edilir olandır.