‘Pax Mediterranea’ ya da Akdeniz’de Fransa’nın Hegemonya Arayışı

AB üyesi yedi Akdeniz ülkesini bir araya getiren EuroMed zirvesinde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Türkiye’yi çok sert sözlerle eleştirdi ve Avrupa’ya Türkiye’yi durdurma çağrısı yaptı.

Macron’un Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan kışkırtıcı söyleminin daha da tırmandırdığı bu kriz, zengin enerji kaynaklarına sahip Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz üzerinde, rekabetin de ötesinde, adeta bir Soğuk Savaş boyutuna ulaştı.

Avrupa ve Akdeniz siyaseti konusunda isabetli analizleriyle tanınan İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesi Muzaffer Şenel, Karar için Fransa’nın bölgesel motivasyonlarına dair bilgiler sunan önemli bir yazı kaleme aldı.

Yazara göre, Fransa’nın Türkiye’ye karşı tutumunun temel nedenleri, ülkede aşırı sağın yükselişi, Türkiye’nin Afrika açılımı ve Arap Baharı sonrasındaki güç rekabetidir.

Bu tespitlere katılmakla birlikte, Türkiye ile Fransa arasında tırmanan gerilimin sadece ikili ilişkiler ya da iç politika bağlamında değerlendirilemeyeceğini düşünüyorum.

Krizin daha derinde yatan nedenlerini kavramayı kolaylaştıracak geniş bir uluslararası siyasi çerçeveye ihtiyaç olduğuna inanıyorum.

Fransa’yı Macron’un deyimiyle bir “Pax Mediterranea”, başka bir deyişle Fransız hegemonyası arayışına sevkeden asıl etken, uluslararası sistem boyutunda yaşanan güç dengesi değişikliğidir.

Uluslararası siyaset boyutunda yaşanan şu üç değişim Fransa’nın bölgesel hegemonyasını tesisine imkan vermekte ve bir açıdan da Fransa’yı buna zorlamaktadır:

Irak Savaşı sonrasında ABD’nin Çin merkezli küresel stratejisinin yansıması olarak, Akdeniz-Orta Doğu bölgesindeki siyasi nüfuzunun azalması;

ABD’nin bıraktığı güç boşluğunda Rusya’nın nüfuzunun artması;

ve Brexit sonrasında Almanya’nın liderlik konumunun güçlenmesi.

2003 Irak Savaşı’nın getirdiği ekonomik ve siyasi kriz sonrasında, Amerikan dış politikasında müdahalecilik karşıtı akım güçlendi. Obama ve Trump seçimleri bu yöndeki vaatlerle kazandılar.

Çin’in küresel bir tehdit olarak yükselişine karşı, Obama’nın uygulamaya geçirdiği “Asya’ya yönelim” stratejisi, Trump döneminde farklı bir üslupla da olsa devam etti.

Önce Obama ve ardından Trump yönetimlerinin Suriye krizinde takındıkları pasif tutumun neticesinde, Rusya Suriye’ye askeri müdahalede bulunarak, Orta Doğu sahnesine dönüş yaptı.

Başta İran ve Türkiye olmak üzere, bölgesel güçlerin etki kazanması da aynı konjonktürde mümkün hale geldi. Bu güçler, Suriye ve Libya gibi, Arap Baharı sürecinin ortaya çıkardığı yeni çatışma alanlarında nüfuz rekabetine giriştiler.

ABD’nin liderlik kapasitesini kaybettiği bir ortamda, Rusya’nın Suriye iç savaşından istifade ederek, Orta Doğu ve Akdeniz’de gücünü tahkim etmesi, Avrupalı güçler tarafından tedirginlikle izleniyor.

Fransa’nın, Batı-Rus rekabeti açısından zayıf halka olarak kabul edilen Yunanistan’a sunduğu sınırsız siyasi ve askeri desteğin nedenlerinden biri de budur.

Ayrıca, Macron’un Beyrut liman patlaması sonrasında Lübnan’ı ve ardından Suriye’nin diğer bir komşusu olan Irak’ı ziyareti, Rusya’nın Suriye merkezli olarak artan bölgesel nüfuzuna karşı, Fransa’nın Orta Doğu’ya dönme isteğini yansıtan adımlardı.

Yine, Rus muhalif lider Aleksei Navalny’ye kimyasal madde kullanılarak yapılan suikast girişimine tepki olarak, Almanya ve Fransa’dan gelen sert tepkiler, Avrupa’da Rusya konusunda daha güvenlik merkezli bir paradigmaya dönüşün işaretini veriyordu.

Diğer tarafta, Almanya’nın güçlü bir ekonomik ve diplomatik aktör olarak varlığını göstermesi, Fransa’yı askeri alanda gücünü göstermeye sevkeden etkenlerden biridir.

İngiltere’nin ayrılmasıyla, tek BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi ve tek nükleer askeri güç sahibi AB üyesi olarak kalmasına rağmen, Fransa, ekonomik ve diplomatik olarak kendisini Almanya’nın gölgesinde kalmış hissediyor.

Fransa için Akdeniz, Almanya’dan uzakta ve bağımsız bir şekilde liderliğini ortaya koyabileceğini düşündüğü bir alan. Ancak Fransa’nın karşısındaki en büyük engel, Kuzey Afrika’daki post-kolonyal sistemi tehdit ettiğini düşündüğü Türkiye. Bu noktada Fransa için, Türkiye’nin Yunanistan ve Mısır’la yaşadığı gerilim, benzersiz bir fırsat sunuyor.

Fransa, EuroMed 7 çatısı altında Yunanistan, Güney Kıbrıs ve giderek İtalya ile ittifak halinde hareket edip, Türkiye’yi Batı sistemi dışına çıkmaya zorlayarak, marjinalize etmek istediğini ortaya koydu.

Buna mukabil, Almanya ise, Türkiye’yi Batı blokunda tutmak ve gerilimi müzakere yoluyla çözmekten yana bir tutum izliyor. Fransa, Yunanistan’a sunduğu ölçüsüz destekle, Almanya’nın bu çabalarının boşa çıkmasını sağlıyor.

Görünen o ki, her bir ülkenin bu meseleye dair, kendi çıkarlarını ve önceliklerini yansıtan farklı bir bakışaçısı bulunuyor.

Yapılması gereken, küresel ve bölgesel güçleri ortak bir pozisyona zorlamak değil, tam aksine aralarındaki farklılıkların değerlendirilmesidir. Bunun yolu ise, duygusallıktan uzak, temkinli, sakin ve akılcı bir diplomasiden geçiyor.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.