Eskiyen dünya düzeni, yeni tehditler
Kovid-19 pandemisi dünya sisteminin varolan krizini daha da açığa çıkardı ve bize dünya siyasetindeki güç dengesinin ne kadar kırılgan, uluslararası sistemin bu yeni krizle başetmede ne kadar çaresiz kaldığını gösterdi.
İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki tesis edilen mevcut dünya düzeninin kuralları tek başına ABD tarafından belirlenmişti. Yeni dünya düzeninin siyasi ayağını Birleşmiş Milletler, ekonomik ayağını ise IMF ve Dünya Bankası oluşturuyordu. Yeni siyasi sistemin temel unsurunu devlet egemenliği, ekonomik sistemin temel unsurunu ise dolar üzerinden işleyecek bir serbest ticaret sistemiydi. ABD dünya sistemini çalıştırmak için gerekli finansal desteği kredi, yardım ve yatırım yoluyla sağladı, Avrupa ve Asya ekonomik üretimine kendi pazarını açtı ve sistemde yaşanan tıkanmaları aşmak için zaman zaman müdahalelerde bulundu. Soğuk Savaş döneminde iki süpergüç arasındaki rekabete rağmen dünyanın büyük kısmında sistem planlandığı gibi çalıştı.
Bu sistemde Latin Amerika’da, Orta Doğu’da ya da Asya’da olsun, doğal kaynak zengini Üçüncü Dünya ülkelerine düşen ise sisteme enerji tedarikçisi olarak iştirak etmekti. Bu ülkelerin fonksiyonlarını yerine getirdikleri sürece, ne tür rejimler tarafından yönetildikleri önemli görülmedi. Aksi durumlarda, 1953’de İran’da olduğu gibi, darbe veya doğrudan askeri müdahaleler yoluyla tekrar eski rotalarına geri döndürüldüler.
Savaş sonrası yorgun ve yıkık durumda olan Japonya ve Batı Avrupa tekrar ayağa kalktılar ve serbest ticaret sistemindeki küresel rekabette yerlerini aldılar. Soğuk Savaş’ın bitimi ve Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Avrupa’nın geriye kalan kısmı da liberal ekonomik sisteme entegre edildiler.
Bu yeni dönemin en kritik gelişmesi, Çin’in dünya ekonomik sistemine entegrasyonunun hızlanması oldu. Sağladığı ucuz iş gücü dünya ekonomisindeki rekabet parametrelerini değiştirince, bu ülkeye büyük bir sermaye ve teknoloji transferi gerçekleşti. Çin, küresel ekonomik sistemin sağladığı avantajlardan yararlanarak elde ettiği güç ve kurumsal otoriteryanizmin sağladığı avantajlarla göz kamaştırıcı bir ekonomik kalkınma gerçekleştirdi. Böylece dünya ekonomi ve siyaset rekabetinde yeni bir süpergüç ortaya çıktı.
Trump’ın sık sık kendi üslubuyla dile getirdiği gibi, ABD’nin artık uluslararası sistemin işletim masraflarını tek başına yüklenmek istemediği ortada. Her yıl dünyanın yarısı kadar askeri harcama yapması, Amerika’nın başta sağlık sistemi olmak üzere altyapısının ihmaline yol açtı. Ancak artan güç kapasitelerine rağmen, Çin, Rusya ve Avrupa Birliği de hegemonyanın siyasi ve mali yükünü paylaşmaktan kaçınıyorlar. Dolayısıyla bir yanda giderek çok-kutuplu, diğer yanda hegemonik istikrar dayanağına sahip olmayan bir dünya düzeni ya da düzensizliği ile karşı karşıyayız. Bu çok daha belirsiz, kırılgan ve güvensiz bir dünya demek. Çelişki şu: böyle bir dünyada ülkeler askeri harcamalarını daha da artıracaklar ama bu onların yeni tehditlerle başedebilme kapasitelerini artırmayacak.
Zira değişen ve dönüşen sadece devletler arasındaki güç dengesi değil. Aynı zamanda, kurucu unsurunun ve temel aktörünün ulus-devlet olduğu uluslararası sistem, kaynağı devlet olmayan yeni küresel tehditlerle karşı karşıya. Virüsler ve süper-bakteriler gibi beşeri olmayan ve gözle görülmeyen yeni güvenlik tehditleri karşısında, dünyanın bir numaralı askeri gücü bile çaresiz kalıyor.
Ekolojik ve biyolojik tehditlere karşı mücadelede devletler, askeri stratejilere ve araçlara değil, bilime ve bilim adamlarına müracaat etmek zorundalar. Şurası muhakkak: kendi toplumunu en büyük zenginlik kabul eden, kaynaklarını faydasız çatışma ve gerginliklere değil, eğitime, bilime ve üretime sevkedebilen, en önemlisi de akademik ve bilimsel üretim için uygun ve rekabetçi bir ortam temin edebilen ülkeler bu krizden sağlam çıkacaklar. Kaldı ki askeri teknolojide üstünlük ve kendine yeterliğin yolu da yine buradan geçiyor.
Daha önce yorum sayfalarında katkı sunduğum Karar’a, nasipse düzenli olarak yazacağım. Yazılarımın ulusal olanın, uluslararası olanla buluştuğu tematik bir çerçeve sunmasını arzu ediyorum. Küresel trendleri, dünya siyaseti açısından önemli olay ve sorunları, dışpolitikadaki süreklilik ve değişim unsurlarını, zaman zaman iç siyaset boyutunu da dahil ederek, analitik, tarihsel ve karşılaştırmalı bir perspektifle yorumlamak istiyorum.
Bu imkanı verdikleri için Karar gazetesi yönetimine teşekkür ederim.