Dış politikada ihtiyat ve denge siyaseti
Türkiye ve Azerbaycan’ın endişesi Ermenistan’ın krize Rusya’yı dahil etmesi. Nitekim Ermenistan uçak düşürme iddiasını Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ)’ne taşıyacağını söyleyerek bu niyetini belli etti. Bu örgütün esas aldığı kolektif savunma prensibine göre, üyelerinin birinin saldırıya uğraması durumunda diğer üyelerin de müdahil olma yükümlülüğü bulunuyor. Rusya ve Ermenistan’ın yanı sıra, örgüte Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Beyaz Rusya da üyeler. Türkiye’nin NATO üyeliği de dikkate alındığında, çok hızlı büyüme potansiyeline sahip bir krizle karşı karşıya olduğumuz bir gerçek.
Buna tepki olarak, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev bu savaşta Türkiye’nin taraf olmadığını ve sadece moral destek verdiğini söyledi. Şimdiye kadar İran ve Rusya’nın etkili olduğu bir bölgede, denge siyasetini başarıyla yürütmüş bir siyasetçi olan Aliyev’in bu açıklaması benimsenmesi gereken tavrı gösteriyor. Hatta Rusya’nın bile bu konuda tarafsız arabulucu rolünü üstlenmeye çalışması dikkat çekici.
Bu meselede toprakları işgal altında bulunan Azerbaycan’a her türlü desteği vermekle, kullanılan dil ve söylem olarak çatışmanın tarafı gibi görünmek arasında önemli farklar var. Geçmişten bir örnek olarak, Menderes döneminde Türkiye’nin Fransa’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Cezayir’e silah yardımında bulunduğu yıllar sonra ortaya çıktı. Çünkü diplomatik sahada Türkiye bu kriz boyunca NATO müttefiki Fransa’yı karşısına almamak için tarafsız bir politika izlemişti. Menderes o dönemde bu konuyu çok rahat iç politikada kullanabilirdi; ancak biliyordu ki uluslararası ilişkiler, iç politika saikleriyle kalkışılacak meydan okuma ve güç gösterileri için yüksek riskler taşıyan bir alandır. Şunu da unutmayalım, diplomasi uluslararası siyasetin diğer bütün alanlarındaki kazanımları korumanın aracıdır; kendisine özgü bir dili ve üslubu vardır.
Dağlık Karabağ krizinde Azerbaycan’ın karşısında gerçekte Ermenistan değil, tarafsızlık görüntüsü altında Rusya’nın bulunduğu gerçeğini unutmayalım. Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’den sonra bu kriz, Türkiye ile Rusya ile karşı karşıya geldiği yeni bir alan oldu. Balkanlar ve Kırım’ı da dahil edersek Türkiye etrafındaki geniş bir coğrafyada Rusya ile derin ve tarihi kökleri güçlü bir rekabet yürüttüğü ortadadır.
Son beş yıldır devam eden stratejik yakınlaşmaya rağmen, bir türlü iki ülkenin çıkarları senkronize edilemiyor. Coğrafi yakınlığa da bağlı olarak tehdit algılamaları bazen ülkeler arasında bu tür stratejik yakınlaşmaların sınırlarını belirliyor. Nasıl ki ABD’nin yakın coğrafyasında bulunan Venezuela ve Küba gibi ülkeler Sovyetler Birliği’ne yanaşmışlarsa, ya da bugün Çin’in yanı başında bulunan Japonya ve hatta Komünist Vietnam geçmişte savaştıkları ABD ile stratejik ilişkilere önem veriyorsa, Rusya’nın çevresindeki ülkeler de başka güçlerle denge arayışına giriyorlar. Türkiye tarihsel olarak bu dengeyi Batılı güçlerle ittifak yoluyla kurmaya çalıştı.
Bu gerçekleri yadsıyarak Rusya’dan S-400 hava savunma sistemini satın aldık ama bir türlü aktif hale getiremiyoruz. S-400 alımına tepki olarak Trump yönetimi, Rus radar sisteminin getireceği istihbarat sakıncalarını ileri sürerek, Türkiye’yi F-35 savaş uçağı ortak programından çıkardı. Halbuki bu uçaklar, Türk Hava Kuvvetleri’ne bir üst nesil uçak teknolojisini kazandıracaktı. Dahası, Türkiye sonraki aşamada savaş gemilerine dikey iniş ve kısa kalkış yapabilen ve böylece Türkiye’nin denizlerde güç projeksiyon kabiliyetini artıracak F-35B tipi uçakları satın almayı da planlıyordu. Şimdi de Kongre, Türkiye’nin sahip olduğu F-16 uçaklarının modernizasyon projesini ve Türkiye’nin Pakistan’a 1.5 milyar dolarlık savaş helikopteri ihracatının gerçekleşmesi için gereken helikopter motorlarının satışını askıya aldı.
Bir tarafta Rusya ile çok cepheli bir karşılaşma içerisine girip, diğer tarafta NATO üyesi ülkelerle gerilimli ilişkiler yürütmek mümkün değil. “Ne Doğu, ne Batı eksen ülke Türkiye” gibi sözler kulağa hoş gelse de, uluslararası ilişkilerin gerçeğinde pek bir karşılığa sahip değil.
Bugün dünyada bütün ülkeler, güvenlik stratejilerinde bir ittifak grubuna dahil olmaya çalışıyorlar. İttifaklar arasında gidip gelen ülkeler ise bu blokların sağladığı ve ortak üretimde bulunduğu teknolojik avantajlardan yararlanamıyorlar. Bu nedenle Türkiye’nin güvenlik stratejilerindeki yönelim kargaşasına artık bir son vermesi gerekiyor.