Ol yerin uleması enim küfrüme hükmederler

Cem Sultan, Macaristan’dan yardım alarak saltanat mücadelesine devam etmek gibi bir düşünceye sahip idiyse bile bunun uygulanabilir olmadığını anlamıştı.

Anadolu dışındaki sancaklara şehzade çıkarılmaması gibi dikkat çekici bir Osmanlı uygulaması vardır. Bunun tek istisnası ise, babası I. Selim’in, dedesi II. Bayezid’le mücadelesi sırasında Kefe sancakbeyi olarak atanan Şehzade Süleyman’dır. Gerçi, II. Bayezid, bu mücadelede Selim’e de Rumeli yakasında Semendire sancağını vermiş fakat Selim, görev yerine varmadan geri dönerek babasıyla savaştığı için bu atama kâğıt üzerinde kalmıştır.

Bu Osmanlı geleneğinin ne gibi sebeplere dayandığını tam olarak bilmiyoruz. Osmanlı dünyasına nispeten geç katılan ve dahası Suriye’nin kuzeyi hariç, dirlik sisteminin uygulanmadığı Arap vilayetleri bir yana, en eski Osmanlı topraklarından olan merkezî Rumeli topraklarına şehzadelerin niçin gönderilmediği açıklanması gereken bir sorudur. Sancakları o tarafta olmasa bile, Orhan Bey’in oğulları Süleyman Paşa ve Murad gibi kuruluş döneminde Rumeli uçlarında çok aktif olan örneklerle de daha sonraki dönemlerde karşılaşmıyoruz.

Acaba, zaman zaman başta Macaristan olmak üzere Avrupa devletlerinin fiilî saldırısına maruz kalan ve Müslüman nüfusu da Anadolu’ya göre çok az olan Rumeli, Avrupa devletlerinin saldırısına açık bir bölge olarak düşünüldüğü için mi şehzadelere orada sancak verilmiyordu? Mesele basit bir güvenlik meselesi miydi yoksa daha mı karmaşıktı? Mesela, merkezkaç güçleri temsil eden büyük akıncı ailelerinin, bölgelerinde sancakbeyi olarak bulunan bir şehzade etrafında kümelenerek saltanat mücadelelerine karışmaları istenmemiş olabilir. Bu bağlamda, akıncı beylerinin, Fetret Devri’nde Musa Çelebi’ye ve daha sonra II. Murad’ın saltanatının başlarında “Düzmece Mustafa”ya verdikleri destek akla geliyor.

Ayrıca, bir şehzadenin babasının vefatı üzerine payitahta doğru harekete geçmesinin sancakbeyi olarak bulunduğu bölgede bir yönetim boşluğuna sebep olması ve bunun da bir Avrupa saldırısına yol açması gibi ihtimaller de vardı. Bütün bunların ötesinde, Rumeli’ndeki bir şehzadenin, güçlü bir Avrupa devletinden yardım alarak Osmanlı veraset kavgalarına Avrupa devletlerini karıştırması ihtimali de düşünülmüş olabilir. Her hâlükârda Osmanlı hanedanının, şehzadeleri Rumeli’nden uzak tuttuğunu söylemek mümkündür.

İşte yukarıdaki türden kaygıları göz önünde tutarsak, Cem Sultan’ın, Karamanoğlu Kasım Bey’in teşvikiyle Rumeli’ne geçerek saltanat mücadelesine devam etmesi ihtimalinin II. Bayezid için ne kadar ürkütücü olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Yalnız, burada da Cem Sultan’ı, Kasım Bey’in elinde bir oyuncak konumunda göremeyiz. Kasım Bey, Rumeli’ne çıkış planını teşvik etmiş hatta ilk kez kendisi tasarlamış olabilir ama Vâkı‘at-ı Sultân Cem’de, Cem Sultan’ın bu planı benimsediği, onayladığı ve sürgününün ileri evrelerinde bile hâlâ önce Macaristan’a sonra Rumeli’ne geçme düşüncesinde olduğuna dair kanıtlar vardır.

Bu noktada Cem’in orijinal düşüncesinin Rodos Şövalyelerine, Fransa’ya veya Papa’ya sığınmak değil, belki Macaristan üzerinden Rumeli’ne girmek yolunda olduğunu hatırlamakta fayda var. Başka bir deyişle Cem, Avrupa’da uzun bir sürgünlük hayatı planlamıyor, bir an önce Rumeli’ne geçerek saltanat mücadelesine devam etmek istiyordu. Rodos şövalyelerinin kendisine gönderdiği “misâk-nâme”nin her şeyden önce bir “güvenli geçiş belgesi” (salukondud) olması da bu noktayı doğruluyor. Ne var ki hiçbir şey planlandığı gibi gitmedi. Vâkı‘at’dan izleyelim.

20 Temmuz 1482’de Rodos’a ulaşan ve çok iyi karşılanan Cem’in dayısı Ali Bey, şövalyeler tarafından, onun Kasım Bey’in yanında kalan eşyasını ve insanlarını getirmesi için Taşeli’ne gönderilir. Şövalyeler de hemen, “anlar gelince sizün tedârikinüz edelüm” diyerek çeşitli hilelere başlarlar. Sonunda da “Fransa memleketine çıkarmaktan yeğrek [daha iyisi] yokdur, andan Üngürüs [Macaristan] memleketine çıkasız” diye Cem’i ikna ederler. Bu ifadelere bakarak, Cem Sultan’ın düşüncesinin sadece Rumeli’ne geçmek olmadığını, Macaristan’dan yardım almayı da içerdiğini söyleyebiliriz.

Megali Masdur” yani St. Jean tarikatının lideri, Büyük Üstat Pierre d’Aubusson, “Taşeli’nden gelecek halkunı ardınca gönderem” diyerek Cem’i “Peyânkekûrt nâm beylerbeyisi” yani yeğeni Guy de Blanchefort komutasındaki bir gemiyle 1 Eylül 1482 tarihinde yola çıkarır. Bir barça olan gemide “300 firer savaşçı”, Cem’in 30 adamı ve yemek pişirme ve diğer hizmetleri yapmak üzere Rodos’taki Müslüman esirlerden satın alınan 20 kişi bulunmaktadır.

Çeşitli maceralardan sonra Cem’i taşıyan gemi 16 Ekim 1482’de Nis limanına yanaşır. Cem Sultan, bir iki gün sonra Rodos beylerini yanına çağırır ve Macaristan’a gitme hazırlıklarının yapılmasını ister. Bu noktada hemen, Macaristan’a gitme düşüncesinin Cem’in orijinal planları içinde mi olduğu yoksa Rodos’ta kendisine öyle söylendiği için mi Macaristan’a gitme hazırlıkları yapılmasını istediği hususunun artık ikincil olduğu gözlemini yapalım. Önemli olan Cem’in artık Macaristan üzerinden Rumeli’ne gitme fikrinde olduğudur.

Cem, muhataplarından, “Fransa beği bir ulu padişahdur andan icâzet talep etmedin geçüp gitmek ‘âkilâne değildür. Mebâda [belki] zararı değe” şeklinde bir cevap alır. Şövalyeler, Cem’in bir adamıyla kendilerinin bir adamını Fransa kralına gönderip yolculuk için izin istenmesini ve yollarda rahatsız edilmemek için belgeler alınmasını önerirler. Cem gayret gösterilmesini ve çok vakit harcanmamasını ister. 12 gün vade verirler. O da Hâtibzâde Nasûh Çelebi’yi gönderir. Fakat, Nasûh Çelebi’yi iki gün mesafede bir köyde alıkorlar. “Uş bugün uş yarın gelür” diyerek Cem’i de dört ay oyalarlar. Bu noktada, Rodos şövalyelerinin amacının Cem Sultan’ı bir an önce Rumeli’ne geçmesi için Macaristan’a göndermek değil, göndermemek olduğunu üstelik bunun da II. Bayezid’la yaptıkları antlaşmanın bir parçası olarak onun isteği üzerine olduğunu söyleyebiliriz.

Vâkı‘at’a dönersek; Nis’teyken Cem’in adamı Frenk Süleyman Bey ciddî bir ölüm tehlikesi atlatır. Şövalyeler, “Efrenc dilin bilür” gerekçesiyle Süleyman Bey’i katletmek isterler. Cem, “Ben habs edeyin” diyerek Süleyman’ı ellerinden alır ve kendi hazinesinde hapseder. Frenk Süleyman ise daha sonra “kâfir” elbisesi giyerek kaçar ve Rum’a, yani Osmanlı ülkesine geri döner. Eh, bu fasıl da mühtedi kökenli ve Frenk asıllı bir Osmanlının sadakatinin gerekli olarak Frengistan’a olmayabileceği hakkında bizlere bir şeyler söylüyor. Tabii, Vâkı‘at yazarının olayları takip edip haber alabilecek bir konumda olduğunu da…

Nis’te veba salgını olduğu için Cem Sultan 6 Şubat 1483’te oradan uzaklaştırılır. Çeşitli duraklardan sonra “dûka di savayânun” yani Savoy Dükünün başkenti olan “Cemrî” (Chambéry) kasabasına gelirler. Meğerse dük, dayısı olan Fransa kralını ziyarete gitmişmiş. Grup, 21 Şubat günü Rodos şövalyelerine ait “Ricleye” (?) adlı bir kaleye ulaşır. Şövalyeler burada “bin dürlü kezzâblıklarla Üngürüs Beyine elçi gönderelüm hem yollarun eminliğin tecessüs etsünler” diyerek hâlâ Macaristan projesinin canlı olduğu görüntüsünü verirler. Dahası Cem’in adamlarından Mustafa Bey’i ve Ahmed Bey’i “kâfir libasına koyup” gönderirler. Cem’i de “bugün yarın gelür” diye oyalarlar. Vâkı‘at yazarı “bunların ebedî haberleri bilinmedi” diyor. Burada, dayısını ziyaretten dönen Savoy Dükü ile görüşürler.

Savoy Dükü, Cem’i “Rodos kavminin” ellerinden almaya çalıştığı için şövalyeler tekrar yollara düşerler. Bu arada da II. Bayezid’in elçisi Hüseyin Bey’in Cem ile buluşmak amacıyla Rodos’tan Chambéry’ye geldiğini işitirler. Fakat “bu kâfirler hezâr dürlü hilelerle tarafeynden yalan haberlerle” bu buluşmayı engellerler. Sonra, Fransa kralının öldüğü günlermiş, 2 Eylül 1483 tarihinde, adamlarından 29 kişiyi Cem Sultan’dan zorla ayırırlar. Cem’in itirazları sonuç vermez sadece götürdükleri kişilere zarar vermeyeceklerine dair İncil üzerine yemin ederler. Cem’in Fransa’daki kalışı uzadıkça uzar. Sadece “Bokalamuk”da (Bois-Lami) iki yıl kalır. “Canından bîzâr” olup kaçma planları yapar ama işe yaramaz.

Şövalyeler, Cem’i isteyenlere onun “ağzından yalan cevâb-nâme yazub ‘Ben bunda kendü ihtiyarumla tururın’ deyü men‘ eylerlerimiş.” Osmanlılara karşı bir haçlı seferi düzenlemek isteyen Papa, Macaristan ve Napoli krallarının, Cem’i, Rodos şövalyelerinden almak için Fransa kralı nezdinde yaptıkları ama kendi aralarında anlaşamadıkları için başarısız olan ve Cem’in yıllarına mal olan bir girişimden sonra, Napoli kralı ve Papa aralarını düzelterek bir kez daha Fransa kralına başvurmuşlar. O da eski sözünde durmuş. “Monsinyor de folkôn” (Monseigneur de Faucon) adlı bir adamını birkaç yüz asker ile gönderip Roma’ya götürmeleri için 10 Kasım 1488’de Cem’i aldırmış.

Papa “Visense” (VIII. Innocent) hariç Roma’nın önde gelenleri Cem’i karşılamış. Rodos beyleri ve papaya mensup bazı “ekâbir kâfirler” ile Papa ve Cem Sultan’ın nasıl görüşecekleri konusunda uzun protokol tartışmaları yapılmış. Cem’e bütün ülkelerin padişahlarının papanın ayağını öptükleri, sadece “Alaman beği”nin (Almanya imparatoru) papanın dizini öptüğünü, kendisinin de hiç olmazsa öyle yapmasını önermişler. Vâkı‘at’ın Cem’e söylettikleri, Batı dünyasında kilise ve devlet arasındaki ilişkileri nasıl anladığını göstermesi bakımından çok dikkat çekicidir: “Bunlar ki papanun ayağın öperler ya gayrı beğlerinüz biri birine buluşdukda niçün kiçisi ulusının ayağın öpmez hususa ki saltanatda papadan dahi ulular vardur.” Bunun üzerine muhatapları Cem’e kralların papadan mağfiret umduklarını açıklamış. Meselenin dünyevî olmadığını anlayan Cem’in kalan sözleri de ilginç:

“Anlar papadan mağfiret umagelürlermiş ben mağfireti Allahu Ta‘âladan umarın bu hususda papaya hiç ihtiyacum yokdur. Ölümüme razı oluram dinüme ihanet ve zarar olacak iş işlemezem amma ben aranuza ‘ahd ü Peyman ile gelmiş bir garibem bunca müddetdür beni zulm ile habs etdünüz âhırü’l-emr seni papa davet eyledi deyü getürdünüz bâkisin dahi nice bilürseniz eylen.”

Bunun üzerine papa, Cem’i rahat bırakmalarını, nasıl isterse öyle gelmesini söylemiş. Ertesi gün buluştuklarında da ayağa kalkmış ve Cem ile “musâfaha mu‘anaka edüp” kucaklaşmışlar ve boynunun iki tarafından öperek, “Hoş geldün kadem getürdün” sözleriyle selamlamış. Ziyafetlerle geçen iki günden sonra yanında bir kardinali olduğu hâlde Cem’i özel olarak kabul etmiş ve “gayri millet arasına gelmekten maksudın” sormuş. Vâkı‘at, Cem’in cevabını şöyle aktarıyor:

Gayri millete gelmek maksud değil idi. Belki Rumeli’ne geçmeğe Rodos kavminden yol istedüm ‘ahd û peymân ile Rodos’a geldükden sonra Rodos kavmi ‘ahdlarına vefâ etmeyüb andların sıyub beni yoluma gitmeğe komayub yedi yıldur ki habs ederler hele bârî şimdi sizün huzurunuza geldük ‘âlemde ‘adl-i dâdınız söylenür (…) Biz dahi mazlumlarız hususa ki garibleriz...”

Böyle diyen Cem, papanın adalet ve insafının gereğini yapmasını, kendileri gibi mihnetzedelere acıyarak Mısır’a, annesinin ve çocuklarının yanına göndermesini isteyerek ağlar. Papa ve kardinali de üzülerek birlikte ağlaşırlar. Fakat papa biraz düşündükten sonra “Bu Mısır’a gitmek saltanat sevdasından geçdükden sonra olur amma sizün devletinüz hakkına Üngürüs’e varmak hayırludur” der, Macarların onu sabırsızlıkla beklediğinden ve böyle yapmanın Cem’in ilk düşüncesine daha uygun olduğundan bahseder. Anlaşamazlar.

Daha sonra Macaristan’dan tekrar elçi gelir. Yine toplanırlar ve Cem’e, Macaristan’a gitmesi için çok ısrar ederler. Başlangıçtaki düşüncesi ne olmuş olursa olsun, Cem’in kafasının artık Macaristan yoluyla II. Bayezid üzerine yapılacak bir sefere yatmadığını öğreniriz:

“Şimdi ben sizün re’yünüz üzre Üngürüs’e varıcak anun askeriyle ehl-i İslâm üzerine varmak lâzım gelür. Anlarun üzerine bu veçhile varıcak ol yerün ‘uleması benüm küfrüme hüküm ederler ben hod dinümi cihân saltanatına virmezin. Osman memleketi kanda kaldı.”

Bunun üzerine, papa da incinir, yüzünü çevirerek Cem’e hakaret eder, it gibi bir köşede yatmasını söyler. Vâkı‘at yazarı Cem için , “Efrenc dilin ve yazmasın fasih bilürdi, öğrenmişdi” bilgisini verdikten sonra “Pes size gelen itden beter olmayub ya nice olacağıdı?” dediğini aktarıyor. Papa ise sözleri anlaşıldığı için çok utanmış ve defalarca özür dilemiş…

19-01/06/ekran-resmi-2019-01-06-000213.png

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum