Neden ve nasıl büyük ülkeyiz?
Sayısız bölgesel ve küresel krizle yüz yüze kaldığımız bir dönemdeyiz. On yıllar boyunca devam edecek bir “yeni dönem” bu. Bir “geçiş dönemi” belki de. Buna alışmak, bununla yaşamak, bununla baş etmek zorundayız. Üstelik ortaya çıkan krizler bütünleşik bir yapı sunmuyor. Çelişkin, çatışkın, kimi zaman birbirini üreten, kimi zaman birbirini sönümleyen karmaşık bir ağ oluşturuyor. Hayatımızı her gün biraz daha kuşatan karmaşık elektronik ağ ve onun ürünleri gibi.
***
Diplomasinin yerleşik kavram ve anlayışlarının işlerliği her geçen gün biraz daha azalıyor. “İhtiyatlı” ve “tedbirli” dış politikanın, buna fırsat veren dehşet dengesinin yerinde yeller esiyor. Soğuk Savaşın, çift-kutuplu dünyanın bu anlamdaki konforu geride kaldı. Nostalji zamanı değil. Elbet bunun panzehiri de serüvencilik değil. Yeri düştükçe yazıyorum, serüvencilik ya da içe dönmecilik gibi iki aşırı uca savrulamayacak kadar büyük bir ülkeyiz.
Büyük ülke ne demektir, onu da biraz açmak lazım. Bir “süper güç” değiliz elbet –ki süper güç tanımı bile ciddi bir içerik kayması yaşıyor günümüzde. Bana hep saçma gelen ve hiçbir şey açıklamayan “orta ölçekte bir ülke” de değiliz. Stratejik düzlemleri, karşılaştıkları tehdit ve fırsatlar, temel öncelikleri hiç örtüşmeyen pek çok ülke, coğrafi bir sınır tanınmaksızın, bu tanımın içine tıkıştırılabilir.
Klasik anlamda bir “bölgesel güç” de değiliz. Çünkü birden fazla bölgeden etkilenen ve bu bölgelere etkiyen bir ülkeyiz. Yine yeri geldikçe yazdığım bir şeydir: Türkiye sadece bir Ortadoğu ülkesi değildir. Türkiye sadece Batılı bir ülke değildir. Türkiye yüzü sadece Asya’ya dönük bir ülke değildir. Bunların toplamıdır. Konumunun özgüllüğü nedeniyle de çok fazla dengeyi bir arada kurmak ve korumak zorunda olan bir ülkedir.
Tarihsel bir perspektif içinde ve günümüzün koşulları altında, Türkiye’yi büyük ülke kılan da budur. Çünkü Türkiye söz aldığında, bir tutum geliştirdiğinde, sahaya indiğinde, stratejik tercihlerini gözden geçirdiğinde söz konusu bölgelerin tamamını etkileyecek, göz önüne alınmasını gerektirecek, başkalarının konumlarını da değiştirebilecek bir niteliğe sahiptir. Belki artık bu düzleme, Ak Parti iktidarıyla birlikte, Afrika’yı da eklememiz gerekiyor. Afrika stratejimizi de çok önemsiyorum.
Ne kendimizi dev aynasında görerek (bu ideolojik bir sapma ve komplekstir), ne de gücümüzü olduğundan çok daha az sanarak (bu da ideolojik bir sapma ve komplekstir), gerçekçi, akılcı, ama günümüz belirsizliklerinin ve krizlerinin de çok iyi farkında olarak, onları içeriden kavrayarak, doğru çözümleyerek, cesaret ve sakınım anlarını iyi hesaplayarak, en önemlisi de büyük ülke olduğumuz gerçeğini içselleştirip onunla barışarak, bağdaşarak, ona ayak uydurarak devam etmeliyiz yola.
Yeni bir sistemin eşliğinde, güçlü ve iyi işleyen bir demokrasiyi gözeterek, meşru siyasi mücadele ve rekabetin araçlarını ortaklaşa bir siyaset üretme zemininde en iyi biçimde kullanarak, siyaseti belirleme savaşımını sonuna kadar vererek, ancak bu savaşımın sosyopolitik fay hatlarını germesini değil, rahatlatmasını öngörerek yeni bir “iç siyaset konsolidasyonu” yakalamalıyız.
***
Bugün verilen kavgalar, yapılan tartışmalar, keskinleşmesine bazen hince bazen akıldışı yollardan ivme kazandırılan ayrışmalar anlamsızdır demiyorum. Siyasi gerçeklik içinde yer alan her öğe anlamlıdır ve temelde her şey siyasidir. Sadece şunu söylüyorum: Bunun üzerinde asılı duran, yeni biçimlenmekte olan, kuşatıcı ve dönüştürücü bir küresel anlam alanı bütün bu tartışmaları alışılmadık biçimde önemsizleştirebilir ve biz gereken önlemleri almazsak kendimizi bu yeni anlam alanı tarafından yutulmuş bulabiliriz.
Mevcut krizlerdeki aktörlerin attığı (doğru ya da yanlış) taktik ve stratejik adımlar asıl krizin nedeni değil, sonuçları. Yeni anlam alanını oluşturan temel çerçeveyi çok doğru okumak, “Falanca kazandı, biz kaybettik” (ya da tersi) kolaycılığından çıkmak, anlık analizlerle yetinmemek durumundayız. Kimin kazanıp kimin kaybettiği uzun vadede ortaya çıkacak. Bulanık güncelliğin içinde bize düşen uzun vadeye de kafa yormaktır.