Muhalif bakışın temel açmazı
Bir yanda iktidarı hayli örselenmiş, kendini toplumun çeşitli kesimlerinden daha yukarıda gören, seçkinci bir bakışın ve “aydınlanmışlık” konumunun temsilcisi sayan bir sınıf var. Diğer yanda oy verdiği parti iktidarda olsa bile varlığını koruma kaygısı bir an eksilmeyen toplumsal kesimler var. Kaygılarının ne kadar gerçekçi olduğu 15 Temmuz gecesi ortaya çıktı ve onlar o gece canları pahasına sokağa indiler.
Sınıfsal bir ayrışma bu. İktidardaki partiye ve varlığını koruma kaygısı sürüp gidenlere karşı, kimi muhalif kesimlerin yaklaşık son dört yıldır yapmaya çalıştığı şey ise şu: Esasen burjuva merkezli bir direniş oluşturmak ve buna, etnisite ve mezhep üzerinden, kendi restorasyon çabalarına destek ve dayanak oluşturacak kimi kesimleri dahil etmek arayışı.
***
En fenası da özenle ve her tür irrasyonalizme bel bağlayarak şeytanlaştırdıkları “iktidar” kavrayışı 19. yy’ın ürünü. Bu tasarım 21. yy’ın, ne Wallerstein’in daha yeni altını çizdiği “kaotik belirsizlik” tanımıyla, ne daha önce örneklediğim Foucaultcul iktidar kuramıyla örtüşmüyor örnekse. Ne gam! Burjuvazimiz, kuramsal doymuşluğu eşliğinde, bir Avrokomünistin içinden bile -son çözümlemede- bir Kemalistin ya da bir darbe çağırıcısının doğduğu düşünsel bir gerileme, akıldışı bir restorasyon düşlemi içinde.
Bu gerilemenin eşlik ettiği eylem çağrıları ve bundan doğan pratikler teoriden tümüyle kopuşun işareti aslında. Teorisiz bir öfke, temellendirilmesi gerekmeyen bir karşıtlık. Kavramaya değil, kurtulmaya ayarlı bir akıldışılık. Ne kadar inkar etseler de temel tutum bu. Bir köşe yazısının elverdiğince Adorno’ya başvuracağım şimdi (“Ahlak Felsefesinin Sorunları”, Metis, 2012, çev. Tuncay Birkan). Muhalif tutumların “kavramak” yerine, “pratik-saplantılı” hale gelmesi yazının başındaki kaba karşıtlık ilişkisine dayanıyor ne yazık ki. Adorno’ya kulak verelim:
“Teorinin işe yaramadığı yollu serzeniş, kendini bir an önce eyleme atmaya yönelik sabırsız ihtiyaç her türden teorik çalışmanın sonunu ifade eder ve kendi içerisinde teleolojik olarak, adeta en baştan beri bu varsayılıyormuşçasına, sahte, başka bir deyişle baskıcı, kör ve şiddetli bir pratik biçimiyle kurulmuş bir ilişki barındırır.” Erekselliği içinde teoriyi kılıfa uyduran, teröre göz yuman, FETÖ kurgularını satın alan, ABD’nin konumunu bile arkalayan bir “pratikçilik” bu.
Adorno “Pratikçiliğin irrasyonalizme dönüşmesi” tehlikesine karşı uyarıda bulunup “Her zaman ve her yerde geçerli olduğu inancıyla o ünlü teori-pratik birliğine yaslanmakta acele etmememiz” gerektiğini söylüyor. “Aksi takdirde Amerikalıların joiner dedikleri kişinin, yani illaki bir şeylere katılması, uğrunda savaşacağı bir davası olması gereken kişinin konumunda bulabilirsiniz kendinizi.” Adorno’ya göre, “Böyle biri şöyle veya böyle mutlaka bir şey yapılmasına ve anlamlı değişimler yaratacağına inanacak kadar” kendini kandıracak hale gelebilir. Gelgelelim:
“İnsanların kendilerini yükselişte olan bir sınıfın ve bu sınıfın gerçekleştirmek istediği bütün somut ideallerin mümessili gibi gördükleri bir dünyada (on dokuzuncu yüzyıl başlarında büyük burjuva düşünürlerinin durumu da buydu) ahlak pekala da apaçıkmış gibi görünebilir. Teorisini kavramaya çalıştığımız her önemli pratiğin bizi kendi gerçek ve dolaysız ilgi ve çıkarlarımızla çatışacak bir biçimde düşünmeye zorlamak gibi talihsiz, hatta ölümcül bir eğiliminin olduğu bir zamanda ise durum bundan çok farklıdır.” Muhalif bakışın “kendinden menkul” ahlaklılığını bir de buradan sorgulayalım. Bu ahlak tekelinin meşruiyeti nasıl da tartışmalı, değil mi? Bir de şu var:
“[Kendini teorinin prangalarından kurtarıp kendisinin güya ondan üstün olduğu gerekçesiyle düşüncenin kendisini reddeden] bir pratik verili gerçeklik içine mıhlanıp kalmıştır. Şeyleri organize etmeyi seven ve bir şeyi organize ettiğinde, bir şeyler için düzenlediğinde, bu tür faaliyetlerin gerçekliğe fiilen etkide bulunma yolunda herhangi bir şansı var mı diye bir an olsun düşünmeksizin önemli bir şey başardıklarını zanneden insanlar üretmeyi sağlar bu tür bir pratik.”
***
Adorno sonradan öğrenci hareketlerini de aynı bakışla eleştirdi. Bugün “Adalet Yürüyüşü”nün, “Adalet Kurultayı”nın fikir babaları o öğrenci hareketlerinin sürdürücüleri ise şaşırır mıyız? Teoriyi öldüren bu pratik gerilemeye şapka çıkarır mıyız? Adorno’yu yok sayar, akıldışılığı baş tacı kılar mıyız? Olup bitenin özeti bu, köşe yazısı sınırları içinde.