Kılıçdaroğlu’na öneriler
Bu ülkede demokrasiyi sadece kendileri için işleyecek sayan, kendilerine seçkinlik ve üstün kavrayış konumları biçen, 367 icadı gibi demokrasinin ruhunu ve işleyişini zehirleyen saçmalıkları o “kendileri için demokrasi” konforu uğruna ayakta alkışlayan, toplumun geniş kesimlerine tepeden bakmayı bir hak ve ayrıcalık olarak gören ve en kötüsü, kendilerini katıksız ve koşulsuz demokrat sanacak kadar da ipin ucunu kaçıran kesimler oldu. Bugün de varlar. Yarın da olacaklar.
***
Yapacak bir şey yok. Gelgelelim, bu kesimlerin sözcülüğünü ve liderliğini yapan bir siyasetçinin vardığı düşünsel eşiğe bakmadan da olmaz. Benden önce illa ki yazan birileri olmuştur, ama değinmeden geçemeyeceğim. Geçilecek gibi değil çünkü. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Hürriyet’te Ahmet Hakan’a verdiği röportajda aynen şöyle demiş:
“Gandi yürüdüğü zaman karşısında İngilizler vardı. Adamlar demokrasi kültüründen gelen bir anlayışa sahip oldukları için Gandi’nin yürüyüşünden etkilendiler, kayıtsız kalmadılar o yürüyüşe karşı.” Hindistan’ın siyasal ve toplumsal tarihine yönelik bu derinlikli kavrayış konusunda diyecek bir şey bulamadım doğrusu. Muhalif bakışın vardığı düşünsel derinlik işte bu.
CHP Genel Başkanının “Gandi gibi afili” rolünü içselleştirdiği kesin, ama kendisine iletilen yalapşap bilgi notlarıyla, yürürken işittiği kulaktan dolma laflarla olmaz o iş. Kendisine ortalama bir Gandi biyografisi mi önersem acaba? Sözgelimi Louis Fischer’in “Emperyalizme Karşı Silahsız Savaşçı: Mahatma Gandhi” kitabını. Varlık Yayınları ta 1961’de yayınlamış. Ağustos 1971’de 2. baskıyı yapmış. Bendeki baskısı bu. 8 Haziran 1984’te Ankara’da edinmişim bu baskıyı ben de. Sahaf değeri var artık, yine de isterse kendisine gönderebilirim.
Gerçi kendisine yakın köşe yazarları uyardı, bu yürüyüş “sivil itaatsizlik eylemi” kapsamına girmez diye. Belli ki o konuda da doğru düzgün bilgi notları hazırlanmamış. Fikir sahibi olmak isterse, bendenizin Henry David Thoreau’dan çevirdiği, Aralık 1991’de Şehir Yayınları’ndan çıkan, kapağını da 15 Temmuz şehidimiz Erol Olçok’un yaptığı “Sivil İtaatsizlik” yapıtını yollayabilirim. Elimde fazladan kopyası var.
Atatürk’ün 1. Dünya Savaşı’nda hangi cephelerde görev yaptığını, İstanbul’u kimlerin işgal ettiğini, silah arkadaşlarıyla birlikte İstiklal Savaşı’nı ne diye verip mazlum milletlerin gözünde bayraklaştığını, Kılıçdaroğlu’nun başında olduğu partiyi bütün bunlar neticesinde hangi ilkelerle kurduğunu anlatmak bana düşmez. Partisinde bu işin uzmanı nice ad vardır kuşkusuz.
Benim tek ekleyeceğim şu olur: Güzellemesini yaptığınız “demokrasi kültüründen gelen anlayış” 1914-1923 arasında da işliyordu, merak buyurmayınız. O anlayış FETÖ’nün hain darbe girişimine uzun süre kayıtsız kalacak olan ABD’de ve AB ülkelerinde 15 Temmuz 2016 günü de işliyordu, merak buyurmayınız. O anlayış ülke sınırları içinde öyle işler, dışarıda başka türlü işler. Gün gelip ne günahlar işler, o başka mesele.
Bence siz bizim demokrasimize, gözümüz gibi sakınmamız gereken 71 yıllık serüvene odaklanmalısınız biraz da. İşin sırrı orada çünkü. Ne bileyim, 27 Mayıs’a, o vakit partinizin üstlendiği işleve göz ucuyla da olsa bakmalısınız örneğin. 15 Temmuz’da bir demokrasi destanı yazıldığını, sadece o gün verdiğimiz şehitlerin değil, rahmetli Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın ruhlarının da şad olduğunu artık anlamalısınız.
***
Yazının başlarında şakalaştık, güzeldi. Şimdi ciddi olma zamanı geldi. “Kontrollü darbe” söylemiyle gönlümüzü dağlamayınız. Yeni icat ettiğiniz “Bir sokağın 15 Temmuz’u var, bir de sarayın 15 Temmuz’u” hoyratlığıyla 15 Temmuz’da sokağa çıkanların aklını bulandıracağınızı sanmayınız. “Belki de bu yürüyüşün içinde Fetullah Gülen’e sempati duyan vardır” cümlesini bir daha kurmayınız. Döndük başa, biraz Fischer, biraz Thoreau, biraz 27 Mayıs anıları okuyunuz rica ederim. Dünyanın mevcut siyasi koşullarında Türkiye’nin akılcı ve yapıcı bir CHP’ye ihtiyacı var, samimiyetle söylüyorum bunu da.