İktidar salt kötülük müdür?
Ağır bir önermeyle başlayacağım yazıya: Türkiye’de Sol’un, hatta CHP dahil pek çok muhalif kesimin düşünsel kibri ne kadar genişse, düşünsel sığası da o kadar dardır. Hesapta yalayıp yutmadıkları düşünsel alan, Türkçeye kazandırmadıkları düşünür yoktur. Ama iş Menderes’le DP’ye, Özal’la ANAP’a, Erbakan’la RP’ye, Erdoğan’la Ak Parti’ye gelince, varıp sığındıkları durak 19. yüzyılın “iktidar” tasarımıdır.
***
Salt olumsuzluk, salt bastırma, salt kötülük olarak iktidar. Bu söylemleri yukarıda andığım adlar ve partiler döneminde hep daha beter bir hal almıştır. “Diktatörlük özlemi içinde bir adam” olarak betimlemişlerdir Özal’ı. Düşlediğinin onda birini anca gerçekleştirmişti Özal. Çok daha fazla yol alan Erdoğan’a bunca yüklenmeleri boş yere değil tabii.
Onlara göre biz hepimiz kötüyüz, biz kötülüğün destekçisi, ortağıyız. Erdoğan’a destek veren herkesi böyle tanımlıyor, böyle de rahatlıyorlar. Bizim kurmaca kötülüğümüz üzerinden kuruyorlar meşruiyetlerini bu iyicil, demokrat, çoğulcu muhalifler. Yazılarındaki ton farkının önemi yok, hepsi iyilik ve güzelliğin savunucusu, bizler de karanlık ruhlarız, kötülüğün ortağıyız. Bu tarihdışı “iktidar okuması”na nasıl yanıt vermeli? Yanıt Foucault’da gizli belki. Fransız düşünür Michel Foucault’dan oldukça basitleştirerek aktaracağım “iktidar” tasarımına göz atmakta yarar var bugün:
İktidar aynı anda hem “olumluluk” hem “olumsuzluk” üretir. İktidarın ürettiği “olumluluklar” arttıkça, toplum gövdesi üzerinde yayıldığı alan da genişler. İktidarın ürettiği “olumsuzluklar” ağır basıyorsa, yayılım alanı sınırlanır, ortaya bir tür büzüşme hali çıkar. Kısacası iktidar, ürettiği olumluluk ve olumsuzluklar doğrultusunda daralıp genişleyen bir şeydir. Salt “olumsuzluk” üreten bir iktidar yoktur. Salt “olumluluk” üreten bir iktidar yoktur. Şimdi “Canım, bu son derece basit bir gerçek; bunu Foucault’dan duymaya, öğrenmeye ihtiyacımız yok!” dediğinizi duyar gibiyim. Ama bu basit gerçek bizim kavrayış alanımızda pek fazla yer tutmuyor. Kimileri, pay almadıklarını düşündükleri için, iktidarı “salt olumsuz” sayıyor. Kimileri de, pay aldıklarına emin olarak, “salt olumlu” bir kipte okuyorlar iktidarı. Toplumun genel eğilimi böyle bir “karşıtlık tablosu” değilse bile, onun temsilcileri ya da kendilerini onun temsilcisi sayanlar bu işe pek hevesli. Ağırlığın “olumlu” ya da “olumsuz”da olduğu bu şematik yargılamalar pek çok kişiye “kendine bir konum biçmek” açısından sayısız rahatlık sağlıyor. Gelgelelim her iki cephe de aynı yaşama alanında aynı türden kavramlarla aynı araçsallığa sığınıyor. Basit, hem de çok basit! Bu basit “çıkarsama”ya önemli bir eklemede bulunuyor Foucault:
***
İktidar “öznelerüstü bir strateji bütünü”dür, “karmaşık bir stratejik durum”dur. İktidar bir kurum, bir yapı değildir; hatta yukarıdaki “basit tanım” çerçevesinde, şunun sahip olup da bunun sahip olmadığı bir şey değildir. İktidar onu oluşturduğunu, ondan pay aldığını varsayan öznelerin tek tek “kurduğu, düşündüğü, dile getirdiği” öğelerin toplamından ibaret değildir. Dolayısıyla, sahip olduğumuz güvenli “karşıtlık konumları”na yaslanarak, uygun “günah tekeleri” icat etmek -belki kurnazca, ama- hiç de akıllıca değil. Ne kişilerin tek tek eyledikleri bütünü yansıtır, ne de bu durum bizim sorumluluk payımızı azaltır. Ayrıca bu dar çerçeveden kurtulmak için, salt kişilere yaslanmayı da bir kenara bırakmamız gerekiyor: Kişilerin asıl işlevi bir simge olmalarıdır, bir araya getirici, bütünleştirici olmalarıdır.
Samimi olalım mı artık? Derdiniz sadece Erdoğan değil, derdiniz Erdoğan’da kendi özneliğini de bulan ve toplumun yarıdan fazlasını oluşturan geniş bir kesim. Bütün bunları da bir yıl kadar önce dünyanın en kötücül kültlerinden birinin darbe girişiminin toplumun pek çok kesiminin sokağa inmesiyle engellendiği, o gece 250 şehidin verildiği bir ülkede yazmak zorunda kalıyor olmak fazlasıyla ironik değil mi? Ortak gerçekliğimiz ne zaman bu kadar ayrıştı bizim? Ya da hiç ortak gerçekliğimiz oldu mu? Siz kendi gerçekliğinizi toplumun tamamına dikte ederken, bu toprağı yurt tutmuş garipler neredeydi? Vallahi ve billahi göz eriminizdeydi. Göz ardı ettiniz, yine de gözünüze battılar. “Öznelerüstü bir strateji bütünü” olarak hem de! Biliyoruz, çok fena ettiler!