Suç İmam Hüseyin’in mi?
Doğu Guta’daki katliama yanarsın, ‘Hiç ağlama! Savaşı siz başlattınız’ derler...
Kadın tutsaklara tecavüz eden Şebbiha’yı lanetlersin, ‘Bunu savaşı başlatırken düşünecektiniz’ derler...
PKK/YPG’yi saf dışı etmenin gereğine işaret edersin, ‘Savaş çıkarmasaydınız böyle bir sorun olmayacaktı’ derler…
‘Siz’ dedikleri, Suriye Devrimi’nden yana tavır koyan herkes.
Başta AK Parti.
Bilhassa Ahmet Davutoğlu.
Benim şahsî sorumluluğumdan dem vuranlar da var.
Suriye’de savaş bizim yüzümüzden başlamış, 1 milyon Suriyeli bizim yüzümüzden ölmüş, 10 milyon Suriyeli bizim yüzümüzden mülteci olmuş, Halep bizim yüzümüzden yıkılmış, bütün bunların suçlusu bizmişiz!
***
Çocuk bedenlerinin üstünde sigara söndüren, bunu protesto edenlerin üstüne kurşun yağdırarak katliam yapan, sonra o katliamı protesto edenleri de katliamdan geçiren, böyle katliam yapa yapa barışçıl gösterilerden ümidi kestiren, silahlı devrim gruplarının kurulmasını kaçınılmaz kılan, masum sivillere ateş etmeyi içlerine sindiremeyen askerlere ordudan firar edip Özgür Suriye Ordusu’nu kurmaktan başka çare bırakmayan, sonra terörle mücadele adı altında şehirleri ağır bombardımana tutarak silahlı devrim saflarının kalabalıklaşmasına yol açan Esed rejimi?
Her şeye rağmen sütten çıkmış ak kaşık olsa gerek, çünkü ona hiç toz kondurmuyorlar.
Suriye’de kan akmaya başladıktan altı ay sonra bile hâlâ Esed’le diyaloğu sürdürerek şiddetin kontrolden çıkmasını önlemeye çalışan, Hama şehri rejim güçleri tarafından acımasızca bombalanırken bile barıştan ümidi kesmeyip Esed’e ‘Yapma etme’ diye yalvaran AK Parti’yi savaş manyağı saldırgan, hadiselerin en başından beri ‘Vur, kır, yak, yık, biz sonuna kadar arkandayız’ diyen İran’ın tam desteğiyle dünyanın en korkunç savaşlarından birine aşk ve şevk ile dalan Esed’i ise masum kurban gibi görürler, gösterirler.
Esed’in zulüm ve savaş yolundan sapmayacağı iyice anlaşıldıktan sonra mazlumların ve dolayısıyla Suriye Devrimi’nin yanında saf tutan Türkiye’nin hakperestliğini yadırgar, Esed’i zulüm ve savaş yolunda ısrar ettiren İran ve Rusya devletlerinin alçaklığını alkışlarlar.
Barış havarisi ayaklarına yatsalar da, Esed ve müttefiklerinin -daha doğrusu ağa babalarının- korkunç şiddetiyle zerre kadar dertleri yok bunların.
Biz “IŞİD”in vahşetini lanetleriz, zulme sapan başka grupları da ‘bizdendir’ demeden kınarız, onlar ise Esed-Hamaney-Putin çetesine ne olursa olsun toz kondurmazlar; yine de bizi koyu taassup sahibi olmakla suçlayıp kendilerine aydınlığı yakıştırırlar.
Hümanist mümanist takılırlar ama Esed ve müttefikleri tarafından öldürülen çocuklar için dökecek bir damla gözyaşları yok.
Sorsanız devrimci mevrimci olduklarını söylerler ama zulme isyan edip canları pahasına devrime kalkışan kahramanlara zerre kadar saygı duymazlar.
‘Onlar dinci faşist’ deyip geçerler.
Sanki ‘dinci faşist’ dedikleri gruplar marjinalken ve silahlı devrim hareketinin bayraktarlığını rejim ordusundan ayrılan seküler generallerin komutasındaki Hür Suriye Ordusu yaparken devrime destek vermişler gibi!
O zaman da ‘Emperyalist Amerika’nın uşakları’ deyip geçiyorlardı.
Köşeye sıkışınca ve İran’ın yardımları da kâr etmeyince Esed’in imdadına koşan Rusya da emperyalist değil mi?
Emperyalistse emperyalist, onca tutarsızlığa bir de bu tutarsızlık eklenmiş, ne gam!
PKK/YPG sevicilikleri sayesinde ABD emperyalizmiyle de barışmış bulunuyorlar zaten.
Neyse, fazla üzerlerine gitmeyelim, yoksa tutarsızlıklarından da bizi sorumlu tutar bu utanmazlar.
‘Siz Suriye’de savaş başlatmasaydınız biz bu çelişkilere düşmezdik, tutarsızlıklarımız da sizin suçunuz’ derler.
***
Savaşı biz başlatmadık, kendi halkına kurşun ve bomba yağdırarak Beşşar Esed başlattı.
Suriye Devrimi’ni de biz başlatmadık, Suriye halkının yiğit çocukları başlattı; bizden talimat alarak başlatmadıkları gibi bizim talimatımızla durduracak da değildiler.
Bunu söylediğimiz vakit, suret-i haktan görünerek devrimcilere şu şekilde yüklenenler de var: ‘Davalarında ne kadar haklı olurlarsa olsunlar, altından kalkamayacakları baştan belli olan bu işe hiç girişmemeleri gerekirdi. Suriye’yi göz göre göre ateşe attılar, yazık ettiler.’
Arkasından ‘Madem iş buralara kadar geldi, öyleyse bize düşen mazlumların yanında durmak ve Suriye Devrimini desteklemektir’ deseler, hiç değilse Halep yahut Doğu Guta bombardımanında can veren masum siviller için üzüldüklerine dair bir işaret verseler, iyi niyetlerine inanacağım; ama yok işte, yok.
Her şeyin suçunu devrimcilere yüklüyor, onlara her belayı müstahak görüyor, onlarla beraber olan çoluk-çocuğa da acımıyorlar.
Bunların mantığına göre Kerbelâ faciasının suçlusu Yezid ve adamları değil, Yezid’in gayri meşru ve zalimce yönetimine başkaldıran, etrafında sadece 72 kişi -kadın ve çocuklar dahil- kaldığında ve o küçücük ordusu susuzluktan kırılmak üzereyken bile zalim rejime boyun eğmeyip Yezid’in binlerce askerine meydan okuyan İmam Hüseyin’dir!