Mezhep savaşında ben yoğum kardeşim!
Geçenlerde bu sütunlarda “mezhepçilik meselesi”ne dair bir yazım çıkmıştı.
Birçok eleştiri aldım.
Aldığım eleştirilerden bir tanesi, Şia’yı bütünüyle tel’in etmekten geri durmakla hata ettiğim yönündeydi.
Bu husustaki -daha evvel Müstakil Gazete’de netleştirdiğim- duruşumu bir kere daha sarih bir şekilde ifade etmek isterim.
***
Statüko rehberi Ali Hamaney ve fitne-fesat operasyon daireleri genel koordinatörü Kasım Süleymani’nin dümen suyundaki İran devletini (“Hizbullah” diye anılan Lübnanlı milis grubu, Irak’taki Haşd-i Şaabi milisleri, Suriye’deki Esed idaresi, Yemen’deki Husi terör hareketi dahil) sertçe eleştiriyorum, kınıyorum.
Onun bütün fenalıklarını tel’in ediyorum.
Kimilerini ‘kesmiyor’ bu.
‘O fenalıkların sapık Şii itikadından, Rafızilikten kaynaklandığını niye belirtmiyorsun? Niye Şii rejimi yerine Hamaney rejimi diyorsun? Şiiliğe niye açıkça cephe almıyorsun? Ehl-i Sünnet düşmanı Şiilere hadlerini niye doğru dürüst bildirmiyorsun?’ diye kızıyorlar.
Öyle konuşamam.
Öyle davranamam.
Öyle değilim çünkü.
Gelinen noktada vakıanın ismini koymaktan kaçınmak imkânsız hale geldiği için ilgili yazılarımda ister istemez “Şii” ve “Sünni” kavramlarını kullanıyorum, İran devletinin İslam değil Şiilik davası güttüğünü yahut yayılmacı/işgalci emellerine Şiiliği alet ettiğini ve pek çok Şii’nin bu devlete uyarak kanlı fitnelere alet olduğunu açıkça belirtiyorum, Irak veya Suriye’de Sünnilerin bundan ne kadar muzdarip olduklarını ifade ediyorum, ama “Bir cenk edelim kelle kucakta” heyecanı içinde hareket edenlerden olmadığımı da mütemadiyen ortaya koyma ihtiyacını hissediyor, Kaide ve türevlerinin (bilhassa Bağdadi Grubu’nun) güya Ehl-i Sünnet/Sünnilik namına yaptıklarını da tel’in ettiğimi ısrarla vurguluyorum.
“Dar-ut Takrib”in üstünden “Velayet-i Fakih” sistemi geçmiş bulunuyor ve artık “mezhepler arası yakınlaşma” davası eskisinden çok ama çok daha zor; bunu görüyor ve biliyor olmakla beraber hiç değilse ‘pragmatik’ yaklaşımlarla mezhep eksenli savaşların sona erdirilebileceğine dair ümidimi koruyorum.
***
Bir Şii bir Sünni’ye, bir Sünni bir Şii’ye ‘sevgisizlik’ duysa da, hatta ona kâfir nazarıyla baksa da, kendi maslahatı ve bütün Ümmet-i Muhammed’in maslahatı için onunla çatışmaktan imtina etmelidir.
Bu basiret ve feraset er veya geç yeniden hâkim olacaktır inşallah.
“Yeniden” diyorum; çünkü tarihte birçok kez yaşadık bunu.
Mezhep savaşlarında haykırıp haykırıp birbirimizin kellesini kestik ve ‘kapsama alanı’ kıyamete kadar uzanan intikam yeminleri ettik, fakat savaş her seferinde bir şekilde bitti ve asırlarca devam eden barış dönemleri geldi.
Mevcut savaş da biter elbet.
Bitmesi için İran devletini siyaset değişikliğine zorlamak gerekiyor ve bunun yolu da İslam diyarlarını ifsat eden İran ordularını/milislerini durdurmaktan, geriletmekten geçiyor; bu böyledir ve ben de bunun gereğini mesleğim dairesinde karınca kararınca yapıyorum; ama bunu yaparken, Şii veya Alevi komşumun canında, malında, ırzında gözümün olmadığını, Bağdadi Grubu’nun çağrıştırdığı bütün fenalıklardan ve ilk bakışta mutedil görünen bazı hocaefendilerin vazettiği şaşırtıcı ‘topyekûn kopuş’ retoriğinden berî olduğumu da ortaya koyuyorum işte.
Hülasa: Mezhep savaşında yoğum kardeşim!