15 Temmuz ve Batı’nın özü teorisi
15 Temmuz girişimi, birbiriyle iç içe gelişen iki sürecin karakterize ettiği özel bir momentte gerçekleşti. Bunlardan ilki, Türkiye’nin küresel ve bölgesel güçlerle ilişkilerinin tarihinde hiç olmadığı kadar bozulmuş olmasıdır. İkincisi ise -biraz da ilkine bağlı olarak- siyaset yapıcılarda Batı karşıtı söylemin yine tarihte rastlanmadık ölçüde yükselişidir.
Gülenist yapının ABD merkezli küresel bir istihbarat ve operasyon projesi olduğuna inananlardanım. 17-25 Aralık’tan beri konuya ilişkin yazdığım her yazıda bu tespiti paylaştığım bilinir. 15 Temmuz da bu tespitin teyididir.
Nitekim iktidar çevresinin yazarları ve kitlesel destekçileri, Türkiye’nin kendi çıkarlarını savunan politikalarıyla Batı’nın hedefi durumuna geldiğine inanıyorlar. Darbenin arkasında Gülen’i aşan daha yüksek bir irade ararken haksız değiller.
Bunu anlamak önemli…
Fakat daha önemlisi, bu okumadan kalkıp nereye doğru yol alınacağı.
***
Özellikle belli yazarçizer çevresi; Batı dünyasındaki ikiyüzlülükten; evrensel değerleri reel politik çıkarlara feda eden pragmatizmden hareketle, Batı’nın” İslam düşmanı özü” ile bizim “ahlaki, politik haklılığımızın” karşıtlığı üzerine söylem kuruyorlar.
15 Temmuz’u, “bin yıllık” yıkıcı dinamizme; Haçlı seferlerinden Moğol istilasına kadar uzanan istikrarlı ve inatçı bir düşmanlığa bağlayan yazılar okuyoruz. Bu düşünce modeline göre, içinde bulunduğumuz medeniyet ve çıkarlarımızla, Batı medeniyetini temsil eden zihniyet ve güçler arasında, “öz” olarak giderilemez, varoluşsal bir çatışma ve karşıtlık var.
Kanımca bu “özcü kaçınılmazlık” teorisi, bu büyük “şer” den vardığımız en aşırı düşünsel sonuçtur ve hiç de “hayır”lı bir çağrı barındırmıyor.
Batı’yla çatışmaksızın geçen her dönemin aslında bir teslimiyet ve kendinden vazgeçiş olduğunu söyleyen bir bakış bu. Çağdaş küresel ilişkileri “özcü-medeniyetçi” bir saplantı içinden değerlendiren; modern devletlerin reel çıkarlarını uyumlaştırma; barışçı rekabetler üretebilme imkânlarını yok sayan karamsar bir ses.
Dahası; rasyonel politikalar yerine, sürekli bir savaş ve “seferberlik toplumu” öngörüyor.
Bu yaklaşımdan ne barışçı bir ülke çıkar, ne de içeride farklı seslere, eleştirilere varlık hakkı tanıyan bir demokrasi.
***
Alçak bir girişimle karşı karşıya kaldık, evet. Batı basınından ve yönetimlerden hiç de dostça sesler gelmiyor kabul. Öfkelenmekte gerçekten haklıyız.
Ama hiçbir haklı öfkenin 78 milyon insanın kaderinin bağlı olduğu politik aklı öldürmesine izin vermemeliyiz.
Bu korkunç girişim, Batı’nın en azından bazı etkili odaklarıyla bizim, birbirimizi karşılıklı tehdit olarak gördüğümüzün kanıtıdır. Bu düşmanlığın, giderilemez bir özden kaynaklandığı “müjdesini!” tekrarlamak yerine, nasıl etkisizleştirilebileceğine; zayıflatılmasının yollarına kafa yormak gerekir.
Batı, değişmez özü olan homojen bir blok değil. ABD dahil, kendi içinde çok parçalı bir yapı. Operasyonel güce sahip lobiler; kurumsal özerklikler; uzaktan fark edemeyeceğimiz hassas iç dengelerle var olan bir dünya… Örnek; Beyaz Saray’ın Suriye politikasına açıktan itiraz eden Pentagon kaynaklı, etkili imzalar taşıyan bir bildiri daha yeni yansıdı kamuoyuna… Merak edenler, ABD başkanlarına düzenlenen suikastları da inceleyebilirler. Masif bir blok sandığımız bu dünyanın kırılganlığı, iç çatışma potansiyeli hakkında fikir verecektir…
***
Yerkürede farklı kapasitede güçler bir arada var oluyoruz.
Oyun kurucu katta duranlar da var; oyunun kurbanı olan, uydu niteliği taşıyanlar da…
Bu ikisinin arasında çok geniş bir skala yer alıyor… Gücüne uygun, gerçekçi, kişilikli, sürdürülebilir bir varoluş elde etmektir önemli olan.
Yani; “ya tam teslimiyet ya da sonsuza kadar savaş” dışında sayısız seçenek mevcut.
Gülenist yapıyı silip atmak şart; ama yetmez. Sorumlu, rasyonel politikalar üretmeliyiz.
“Avrasya” diye ayağa kalkanların; Arap yönetimlerinin yarısı darbenin başarısızlığına hayıflanırken “Birleşik İslam Dünyası” hayalleri kuranların, sistem değiştirmenin bedelleri üzerine de yutkunup düşünmelerini öneririm.
Bazı hamaset meraklısı, heyecanlı yazarlar farkında değil ama…
Siyaseti yöneten iradenin bunun farkında olduğuna dair çok sayıda işaret var.















Mumtehine suresi Ayet 4: "İbrahim'de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir" demişlerdi. Yalnız İbrahim'in, babasına, "Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez" sözü başka. Onlar şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır."
Yanıtla (0) (0)on numara degerlendirme yalniz son cumlede ayni dusunmuyoruz insallah ben yanilirim
Yanıtla (0) (0)Aydın, gazeteci ve okumuş zevatın fikirlerini birkaç kez filitre ettikten sonra son yargıya varmak doğru olur.
Yanıtla (0) (0)Sayın Özaltınlı, Yazınızı yine yayına girdiği 03.oo’te okudum. :) Benim soru işaretlerim bitmek bilmiyor: 1.Batı kampı’ndan kopmak için işgal girişiminden daha öte ne olması gerekiyor? Doğrudan kendi askerleriyle saldırmaları mı? 2.Batı’daki dostlarımızın neden hiç sesi çıkmıyor? Türkiye’de bile bu hadiseye aksi yönde mırın kırın edenler bulunurken? 3.Avrasya neden bizim için “teklif dahi edilemez” kabilindendir? Arap ülkelerinin yarısından çatlak ses çıkarken diğer yarısının Erdoğan’ın yanında yer almasının neden kıymet-i harbiyyesi bulunmuyor, sesleri çıkmayan Batılı dostlarımızın varlığıyla teselli bulurken?
Yanıtla (0) (0)“ya tam teslimiyet ya da sonsuza kadar savaş” dışında sayısız seçeneklerin neler olduğunu bir anlatsanız da anlasak.Bu konjoktürde hala Batı havariliği yapmak hiç bir sorunumuzu çözmüyor.Türkiye'nin ekonomik refah ve güvenlik geleceği daha ziyade ABD ve Avrupa bloğu karşıtı Rusya, Çin ve Asya, Afrika ve Güney Amerika ve Afrika ülkeleri ile geliştireceği ekonomik ve stratejik işbirliğine bağlıdır.Türkiye 15 Temmuz kalkışmasıyla eline geçen bu tarihi fırsatı ve konjoktürü değerlendirerek ABD, Avrupa ve NATO sultasını kırıp, 1923'den beri maruz bırakıldığı üzerindeki ipoteği fek ederek tam bağımsızlığını kazanmalıdır.
Yanıtla (0) (0)