Zihniyet ve özgür düşünce
İnsana ait herhangi bir olumlu özelliği herhangi bir zihniyete bağlamak sadece kolaycılıktır. Nasıl akıllı, dürüst veya çalışkan olmak için belirli bir zihniyete sahip olmak gerekmiyorsa, özgür düşünen kişilerin de her türlü zihniyet ortamında bulunabileceğini kabul etmek durumundayız. Ne var ki insani nitelikler, onları olumlu anlamda teşvik eden bir ortamda çok daha serpilme şansına sahiptir. Dolayısıyla özgür düşünen kişilerin miktarı da doğal olarak özgür düşünceyi ‘olumlu’ bulan zihni ortamlarda daha fazla olacaktır.
Nitekim relativist ve demokrat anlayışların bu açıdan diğer zihniyetlere göre üstün olduğunu görmemek mümkün değil… Bizim meselemiz ise ataerkil ve kısmen otoriter bir zihniyet ortamında özgür düşünceyi nasıl teşvik edebileceğimizdir. Çünkü bu zihniyet mirasını bir hamlede ortadan kaldıramayız. Onun içinde yaşarken onu değiştirmek zorundayız.
***
Mesele ataerkil zihniyetten entelektüellerin çıkmaması değil, çünkü çıkabilir... Mesele otoriter bir yönetim ve siyaset anlayışı altında ezilen bir ataerkilliğin, kendi içinde tomurcuklanan özgür düşünce ve entelektüel duruşa ne derece müsamaha göstereceği… Bunun çok mümkün olamadığını, ‘sürüden ayrılanı kurt kapar’ mantığının son derece yerleşik olduğunu gözlemliyoruz. Siyaset ise topluma olan güvensizliğini her fırsatta aynı uyarı ve tehditleri savurarak gösteriyor. Toplumun ‘davulcu veya zurnacıya’ kaçmasına izin vermemek bir yana, özellikle muhafazakar cemaatin içinden bir ‘davulcu’ veya ‘zurnacı’ çıkmasından duyulan korkuyu yansıtıyor. Dolayısıyla söz konusu cemaatin içinden özgür düşünen ve bunu kamuoyu ile paylaşmaktan çekinmeyenler çıksa da, bu kişiler sonuçta kendi cemaatlerinin dışına doğru iteleniyor ve yabancılaştırılıyorlar. Bu da ataerkil zihniyet içinde şekillenen zihni ortamın tüm olumsuzluğu ile sürdürülmesini mümkün kılıyor.
Erkan Koca ‘Muhafazakar entelektüel olur mu?’ (Serbestiyet) başlıklı makalesinde muhafazakarları “ne hissettiklerinden çok, ne hissetmeleri gerektiğini düşünerek yaşamaya alışmışlardır” diye tanımlıyor. Bu türden normatif bakışın her entelektüel için bir kaygı unsuru
olduğu öne sürülebilir. Ancak muhafazakar dünyada normatif olanın kökleri, kişisel bir doğru arayışına değil, cemaatin sorgulanması istenmeyen doğrularına dayanmakta. Bu da özgür düşünceden kaçışın ‘olumlu’ bir norm olarak algılanmasına neden oluyor.
Özgür düşünceden kaçışı meşrulaştıran ise, inanç destekli bir ahlak anlayışının, farklılaşmayı mahkum etmeye varan bir davranış sistematiği üretmiş olması. Erkan Koca söz konusu yazısında, muhafazakarlar için ‘ahlaklı hayatın’ “yoldan çıkma ve kayıp gitme ihtimaline karşı korunaklı hayat” olduğunun altını çizmiş. Diğer deyişle ahlak, kişinin vicdani ve ilkesel süzgecinden geçerek oluşan bir değerler kümesinden ziyade, cemaatin ortak inanç algısının sonucu olarak kabul gören davranma biçimlerinden ibaret.
***
Bu durum birçok muhafazakarın niçin sadece kendi cemaatinin üyeleri karşısında ‘ahlaklı’ davranma mecburiyeti hissettiğini, buna karşılık diğer cemaat üyeleri karşısında kendisini hiç de aynı ahlaki düsturlar açısından sorumlu görmediğini açıklıyor. Sorun şu ki ‘cemaat bağımlı ahlak’ sadece bir tür kendini kandırma, hatta riyakarlık olmakla kalmaz... Kişinin normatif sistemini bir bütün olarak ‘yarar endeksli’ kılar, çifte standardı normalleştirir ve bu arada ilkesel doğruları sahiplenmeye yönelik bireysel cesareti de mahkum eder.
Oysa özgür düşünce ancak cesaretle mümkündür... Kendi ayakları üzerinde durmayı yadırgayan ve hor gören bir kültür ve zihniyetin kabuğu kalıcı şekilde kırılmadığı sürece, o toplumdan bir entelektüel enerji de herhalde çıkmayacaktır...