Ya ‘ötekiler’ aynı güce sahip olursa?
Hiçbir iktidar yönetirken denetlenmekten hoşlanmaz. Demokrat zihniyete yakın olanları bile işi yaptıktan sonra denetlenmeyi ‘uygun’ bulurlar. İktidar, kafanızdaki hayalleri gerçekleştirmek ve temsil etiğiniz kesimlerin talep ve ihtiyaçlarını tatmin etmek üzere elde edilmiş bir şanstır. Bu nedenle hükümetlerin iktidar süresince denetlenmeyi asgariye, mümkünse sıfıra indirmek üzere uğraşmaları yadırgatıcı bir olgu değil. Hele konjonktür uygunsa, örneğin bir savaş halinin eşiğinde iseniz, ya da bir darbe girişimini henüz atlatmışsanız, denetimden meşru olarak da kaçınmak mümkün hale gelir ve bu fırsatı kullanmak istemeyecek bir iktidar nadirattandır…
Türkiye’de de hem darbe girişimi oldu, hem de hükümetin ‘beka meselesi’ söylemi ile milliyetçi duyarlılığı yüksek tutma stratejisi halkta karşılık buluyor. Ayrıca Meclis de hem AK Parti çoğunluğuna sahip, hem de yeni tüzük sayesinde daraltılmış bir alana sıkışmış durumda. Böylece OHAL ‘normalleşiyor’ ve hükümet istediği miktar ve içerikte kararname çıkartarak ülkeyi yönetiyor. Buna HSK üzerindeki etkiyi de eklersek, iktidarın denetlenmeden ‘işini’ yapma imkanı doğuyor ve hükümet de bunu fazla düşünmeden kullanıyor.
Doğrusu tüm iktidarlar için çok hoş bir hayal… Ne var ki hükümetlerin seçimle iş başına geldiği temsili bir demokrasiye sahipseniz, bu durum apaçık bir ikilem de yaratıyor. Denetlenmeden iş yapma yeteneğini artırma, iş yapılan alanları genişletme isteği, bürokraside belirli temayüller, kurallar ve bunları destekleyip meşrulaştıran kanunların ortaya çıkmasını ifade ediyor. Seçim zamanı geldiğinde tüm bu kanunları iptal edecek, uygulamaları tersyüz edecek haliniz yok. Nihayette çok büyük ihtimalle yaklaşan seçimi de kazanıp aynı şekilde yönetmeye devam edeceğinizi düşünüyorsunuz.
***
Ama ya kaybederseniz? İktidarın eline vermiş olduğunuz denetlenemeyen bütün o güç bir anda ‘başkalarının’ eline geçmiş olacak… Bu yumuşak bir betimleme, çünkü denetlenemeyen iktidarlar genellikle alternatif siyasi hareketleri ‘ötekileştirir’. Yani seçimi kaybettiğinizde o büyük güç bir anda ‘ötekinin’ eline geçebilir… Bunu engellemenin yolu tabi ki bütün seçimleri kazanmaktır ama her seçimde çıta daha da yükseleceği için kaybettiğiniz ilk seçimde bunun ‘acısının’ çıkacağını da hesap etmek gerekir. Diğer deyişle böyle bir yenilgi noktası geldiğinde, temsil edilen toplumsal kimlik, kültür ve çıkarların uzun süre iktidar olamayacağı gerçeği ile karşı karşıya kalabiliriz. Ayrıca çıtayı yükselterek ve sürekli yenilme korkusuyla seçimlere girme durumunda, kazanmanın bir başka maliyeti daha var: Partinin, teşkilatı ve merkeziyle birlikte yozlaşması…
Demokrasisi aksak ülkelerde, bu tür ihtimaller karşısında iktidarlar seçimleri yapmama yoluna gidebilir, kendi hükümranlıklarını son noktaya kadar uzatma hevesinde olabilirler. Latin Amerika’dan ve Afrika’dan birçok örnek bulabiliriz… Ama demokrasi geleneği oturmuş, seçme ve seçilmenin vatandaşlığın ayrılmaz bir öğesi olarak algılandığı, seçimden kaçmanın bir aşağılanma olarak yaşandığı ülkelerde iktidarların böyle bir ‘şansı’ da olmaz.
***
Türkiye söz konusu demokratik eşiği geçmiş bir ülke. Bu ülkede seçimler yapılacak, kazananlar yönetecek ve bugün kazananlar gün geldiğinde muhakkak kaybederek yerlerini başka iktidarlara bırakacaklar. Çünkü ancak böyle davranırlarsa bir sonraki seçimde yeniden kazanma ve iktidar olma imkanına sahip olacaklar. O nedenle her iktidar karar alır, yargı ve yasama üzerinde tasarrufta bulunurken, ürettiği sistemin başkaları tarafından kullanılacağını akılda tutmak zorundadır. Eğer hep ve sadece kendisi yönetecek gibi davranır ve denetlenmeyi ertelerse, başkalarının aynı iktidar imkanını ‘çok farklı bir şekilde’ kullanabileceğini de unutmamalıdır…