TÜSİAD yerli otoyu niye hâlâ yapmaz?
Üç yıl aradan sonra geçen hafta katıldığı TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında, Erdoğan işadamlarından şikayetini tekrarladı: “Türkiye 3 kat büyümüşse buradaki işadamlarımızın pek çoğunun işleri 5 kat 10 kat büyümüştür… Özel sektörün de her şeyini borçlu olduğu milletine ve devletine katkı sunacağını ümit ediyorum.”
Nitekim bu ‘uyarının’ ardından konuyu yerli otomobile getiren Erdoğan “Bundan sonra bizim dünya çapında bilinen markalara ihtiyacımız var. İş adamlarımızın arkasındayız. Yerli otomobil konusuna ulaşamamış olmaktan üzüntü duyuyorum. Kendi pazarımızın büyüklüğü ortadayken böyle bir adım atılmaması düşündürücüdür. TÜSİAD üyelerinden cesaretli adım bekliyorum. Bu salondan bir babayiğit çıkaramıyorsak üzüntü verici...” diye konuşmuştu. Dinleyenler ne düşündü bilemiyoruz, sonrasında herhangi bir TÜSİAD üyesinin bu cümleleri nasıl yorumladığını da duymadık. Ancak Erdoğan için hazır olan koşulların iş dünyası için hazır olmadığı açık. Görünen o ki yerli otomobil gibi küresel anlam taşıdığı takdirde işlevsel olabilecek olan bir yatırım iş dünyası açısından gerçekçi değil.
***
İlginç olan, yerli otomobil hayali ile gerçeklik arasındaki boşluğun ne olduğunu da bizzat Erdoğan’ın konuşmasında bulmak mümkündü.
Birinci nokta her zamanki gibi faizler. “Özel sektörün finansmana bol kolay ve ucuz erişimini sağlamak en önem verdiğim konulardan biri. Maalesef bankacılarımızla anlaşamıyoruz. Faizlerin bu kadar yüksek olduğu ortamda girişimcilerimizi yönlendiremiyoruz.” Yani Erdoğan’a göre faizler bankacılarla görüşülerek düşürülebilir… Oysa enflasyonun yüzde 12’ye oturduğu bir ekonomide kredi faizinin en az yüzde 14-15 olacağı açık. Enflasyonun yükselmesi de büyük çapta hükümet politikalarıyla bağlantılı. Eğer faiz yatırıma engel ise, o engelin kalkması doğru ekonomi politikalarından geçiyor.
İkinci nokta işsizlikle ilgili: “Bir istihdam seferberliği başlatmıştık. Birçok kurum sözler verdi, bu sözlerin takibi için valilerimizi görevlendirdim. Bu sözlerin ne kadar yerine getirildiğini teker teker soracağım.” Diğer deyişle Erdoğan işsizliğin bir ekonomik sonuç olduğunu görüp gereğini yapmaktansa, bunu vali denetimi ile sağlamaya çalışıyor…
Üçüncüsü OHAL. Erdoğan şöyle demişti: “OHAL bizim sanayicilerimizin, iş adamlarımızın neyini engelliyor. Şu andaki işlevini engelliyorsa oturur, onu konuşuruz. Böyle bir şey söz konusu değil.” Herhalde TÜSİAD üyeleri yurt dışından gelebilecek yatırım sermayesinin OHAL dönemindeki ‘belirsiz’ uygulamadan çekinerek geri adım atmış olduğunu söylememişlerdir. Detay öğrenmek için Cumhurbaşkanı’nın onlarla kapalı bir toplantı yapması iyi olabilir. Ekonomiyi yönetenlerin meselenin OHAL değil, OHAL’in nasıl uygulandığı olduğunu anlamaları herhalde zor değildir.
***
Nihayet yine Erdoğan’ın kelimeleriyle “İstikrar ve güven… Türkiye bunlardan uzaklaştığı ölçüde sıkıntıya düşmüştür. “ Çok doğru. Ama nedensellik ilişkisini iki yönlü kurmakta yarar var. Türkiye ekonomi ve siyasetin yönetiminde ne zaman sıkıntıya düşse istikrar ve güven azalıyor. İktidarın işi ise bilgiye ve liyakate dayanan rasyonel bir yönetim oluşturabilmesi…
Bunların üzerine “AB yetkilileri bizlere adil ve onurlu yaklaşırlarsa görüşmelere devam ederiz, yoksa biz de başımızın çaresine bakarız” denmesi de pekiyi olmamış olabilir. Çünkü bu tavrın ne istikrar ne de güveni artırmayacağı belli.
Sonuçta TÜSİAD yerli otomobili bir gün yapabilir ama ancak uzun vadede sağlam ve öngörülebilir bir ekonomi yönetimi oluşturulabilir ve bu yönetimin kalıcılığı garanti edilirse. Bankacılara faiz, valilere istihdam baskısı uygulamakla ya da denetimden muaf bir yürütme yaratarak değil.