Suriye hikayemiz
Siyasetin alanları ve konuları ‘millileştikçe’ vatandaşların doğru bilgiye ulaşması da zorlaşır. Uç nokta olarak alınabilecek savaş dönemlerinde her devlet kendi vatandaşına ‘olumlu’ bilgi verme yarışı içine girer ve gerçeklik kamu otoritesinin elinde bir propaganda malzemesi olarak yoğrulup halka sunulur. Bunun bir miktar gerekli ya da anlaşılır olduğu söylenebilir. Ne de olsa ‘milli’ konular hemen her zaman başka uluslarla çatışmayı ima eder ve yine hemen her zaman morallerin yüksek tutulması kazanmanın da koşullarından biridir.
Ne var ki ‘açık toplum’ kültürüne sahip olmayan ülkelerde kendi halkına propaganda yapma çabası kabul edilebilir sınırları kolayca aşabilir. Devletin bizzat kendi halkına sistematik olarak ‘düzeltilmiş’ bilgi vermesi, hatta bunun akademik kişilerce de gerçekmiş gibi kullanılması ve sonuçta ders kitaplarına sokularak yıllarca ‘doğru bilgi’ imiş gibi okutulması sıkça rastlanan bir durum…
***
Biz de bu tür ülkelerden biriyiz. Sadece uzak geçmişle değil, çok yakında yaşanmış olaylara ilişkin olarak bile gerçekliği çarpıtma ve sanki ‘bizim istediğimiz gibi olmuş’ intibaı yaratma konusunda nedense pek titiziz. Öyle ki başarılı olmanın sırrını gerçekleri bilmek ve onlardan öğrenmekte değil, kendimize göre uyduruk bir gerçeklik yaratmakta olduğunu sanıyor gibiyiz…
Bu handikapın düzeltilmesi ruh sağlığımızın iyileşmesine, gerçek anlamda özgüven kazanmamıza bağlı. Hamasetle şişirilen benlik duygusunun ise özgüven yaratmadığı, aksine latent bir küçüklük kompleksi ürettiği çok açık. Geçmişin birikmiş yanlış algısını bir anda düzeltmek ideolojik olarak çok kolay değil… Ama en azından bugün yaşananların gerçek halleriyle toplumun önüne konması önemli bir sağaltıcı etki yaratabilir.
Böylesi ‘milli’ konularımızdan en önde geleni şu an için Suriye… Türkiye’nin askeri insiyatif almasıyla ilgili temel bir kanı var: Geç kalmış bir eylem olmasına karşın yapılması doğruydu. Bu tespitin bizlere psikolojik olarak bir rahatlama vermesi beklenir. Dolayısıyla gerçekleri duymaya ve bilmeye de daha hazır olmamız lazım. Ne yazık ki, biraz da referandum atmosferinin etkisiyle, kamuoyu bilgilendirme süreci tam aksi yönde gitti.
***
El Bab’ı aldık, şimdi sıra Menbiç’de lafını duyduk. Sonra rejim güçleri ile karşı karşıya gelemeyeceğimizi idrak edince bundan vazgeçtik ve ibreyi Rakka’ya çevirdik. Ne var ki biz orada askeri operasyona hazırız mesajı verirken, ABD destekli SDG güçleri çoktan operasyon yapmaktaydı bile… Gerçek şu ki Türkiye’nin Suriye operasyonu bir tıkanma yaşıyor ve bundan sonrasına ilişkin herhangi bir ufuk görülmüyor. Türkiye’nin tek başına yapabileceği eylem ve buna uygun alan kalmadı, ya da bırakılmadı. Dahası böyle bir durumda ortak bir stratejik hamle için işbirliğine mecbur olduğumuz ABD ve Rusya, PYD’yi kendi Suriye tasavvurları açısından elverişli bir faktör olarak yanlarında tutma gayreti içindeler… Türkiye ise Kürt sorununu çözemeden ‘yakalandığı’ Suriye’de umutsuzca farklı bir önceliğin peşinden koşmaya çalışıyor.
Ancak ilave bir sorun, bunların ötesinde Özgür Suriye Ordusu ile ilişkilerin de iyi yönetilememesi ve Suriye muhalefeti ile birlikte alternatif bir çözüm tahayyülünün geliştirilememesi. Türkiye’nin askeri yöntemlerle gidebileceği bir yer yok. Askeri hamleler uygun konjonktürde ve siyasi boşluk dönemlerinde hayata geçirilebilir, ancak sınırlı kalmaya, nihayette geri adım atılmaya mahkumdur. Türkiye’nin Suriyelilere söyleyeceği bir söz olmalı ve bunun aynı zamanda Suriyelilerin sesi olduğunu herkes duymalı… Aksi halde oradan ‘yenik’ ayrılabilir ve gelecek nesillere bir başka çarpıtılmış gerçekliği miras olarak bırakma durumunda kalabiliriz.