Popülizm devam ettikçe
Eylül ayı enflasyon rakamının açıklanması ile birlikte tehlike iyice görünür oldu. Önümüzdeki iki çeyrek sonrasında ekonomik tabloyu pembeye boyama imkanı kalmayabilir. Yükselen bütçe ve cari açığı veren, işsizlik oranları tehlikeli boyuta gelen ve sağlıklı bir büyüme zemini üretemeyen bir ekonomiye dönüştük. Son enflasyon rakamları tüketici fiyatlarında yıllık yüzde 11.2’ye, üretici fiyatlarında ise 16.3’e işaret ediyor. Çekirdek tüketici enflasyonu geçen ay 10.16 idi ve eylül beklentisi 10.58 olarak açıklanmıştı. Ama gerçekleşme 10.98 oldu… Üretim tarafında ise hem aylık hem yıllık olarak en fazla artış ara mallarında gerçekleşti. Bu arada en fazla artışın ham petrol ve doğalgazda (yüzde 4.31) olduğunu ekleyelim.
***
Bu rakamlar iki şey söylüyor: birincisi, işler iyi gitmiyor ve daha da bozulacak… Üretici enflasyonu gecikme ile olsa da tüketime yansıyacak. Ara mallarda yaşanan enflasyonun kaynağı dövizin yükselmesi ve Türkiye’nin siyasi atmosferi veri alındığında düşme ihtimali çok zayıf. Dolayısıyla yatırım yapmanın zorlaşacağı bir süreçteyiz ve nitekim makine teçhizat kaleminde küçülme yaşanıyor olması bunun bir veçhesi. Tedbir alınmazsa, önümüzdeki yıl ortası tüketici enflasyonunun 15’e yaklaşması şaşırtıcı olmaz. İkinci olarak ekonomi yönetiminin beklentileri tutmuyor ve bu gidişi engelleme imkanı da gözükmüyor. Çünkü söz konusu trendler durdurulamadığı gibi, Türkiye’nin borç alma ihtiyacı da sürekli yükseliyor. Tahminler bir ay bile sabit kalamıyor ve her ay öngörülenin üzerinde dış borç aranıyor. Bu da, ekonominin kırılganlığı veri alındığında, doğal olarak daha yüksek reel faiz taahhüdü anlamına geliyor.
Bu tablonun arka planında devletin ‘şişmesi’, kamu harcamalarının toplumsal katma değeri ‘yutması’ ve bununla yetinilmeyip geleceği ipotek altına alacak pahalı yatırımlara girişilmesi yatıyor. Ayrıca hukuki güvencenin çok aza indiği, gelecekle ilgili belirsizliğin ise çok yükseldiği bir dönemden geçiliyor. Cumhurbaşkanı’nın hangi konuda hangi kararı vereceğinin bilinmediği, var olan herhangi bir sistemin kalıcılığına güvenmenin zorlaştığı bir süreçteyiz. Bütün bunlar özel sektörün yatırım yapma hevesini kırarken, büyük sermaye devlet imkanları üzerinden ‘garantili’ kar peşinden koşuyor. Bu açık veren ve sürekli daha da açık verecek bir ülke tablosu… Nitekim devlet vergileri artırarak kendi açığını kapatıyor ama toplanan para ancak verimsiz girişime can suyu olduğu ölçüde kısır döngü devam ediyor.
İşin garip yanı hükümet sorumluluğu üstlenmiyor… Örneğin yüksek kâr elde ettiği için bankalar suçlanıyor. Oysa bankalar bu kârı esas olarak hükümetin politikalarını kendi lehlerine kullanarak elde ediyorlar. Yani dizginler hükümetin elinde… Öte yandan Erdoğan hâlâ ‘yüksek faiz sebebiyle enflasyonun düşmediğinden’ dem vurabiliyor ve “bu benim iddiam” diye ekliyor. Anlaşılan etrafındakiler de bunun ancak ‘diğer her şey sabit kaldığında’ geçerli olabilecek, dolayısıyla gerçekçi olmayan bir önerme olduğunu, korelasyonla nedenselliğin aynı şey olmadığını söylemiyor…
***
Büyüme ve yatırımın önündeki esas engel kamunun kaynakları kullanma iştahı ve bunu cari harcamaları şişirme yönünde kullanması. Bu nedenle kamu yatırımları ancak yap-işlet-devret sistemi ile yapılabiliyor ve aynı nedenle fahiş kâr garantileri veriliyor. Bu da enflasyonu azdırdığı gibi reel faizleri de yukarı çekiyor. MÜSİAD Başkanı’nın dediği üzere faizin düşmesi için üretimin artması lazım… Yani özel sektör yatırımlarını teşvik eden bir ortam gerek. Bu ise kamu harcamalarının dizginlenmesine, enflasyonun düşürülebilmesine, dövizin güvenilir bir seviyede tutulabilmesine bağlı.
Kısacası popülizmin terk edilip ekonomide ‘fabrika ayarını’ ima eden rasyonel düşünme ve yönetme modeline dönülmesine bağlı…