Normalleşme olacak mı?
Referandumda ‘evet’ denmesi için propaganda yapanların tekrarladığı bir klişe vardı… Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilince Meclis güçlenecek, yargı tarafsız ve bağımsız olacak. Belki yapılan değişikliğin içeriği ile hiç ilgilenmeyenlerin bir bölümü buna inanmış olabilir. Ama gerçeğin tam aksi yönde olduğunu anlamak için sadece serinkanlı bir okuma yeterliydi. Yine de muhafazakarların kahir ekseriyeti ‘evet’ dedi, elleri ‘hayır’ vermeye gitmedi. Bunun için psikolojik bir eşiğin geçilmesi, kadim korkuların aşılması, cemaatçiliğin dışına çıkabilen bir bireyselleşmenin yaygınlaşması gerekiyordu. Türkiye’nin o noktaya gelebilmesi için hala asgari bir nesil yolumuz var. O zamana dek muhafazakar siyaset sembolizmin etkisinde kalmaya devam edecek. Kimlik bir ideolojik farklılık olarak algılanacak ve temsil yeteneğinin güçle birleştiği dönemlerde siyaset arka plana düşecek.
***
İlkay Sunar asker için ‘toplumun korkularının cisimleşmiş hali’ demişti. Bugün Erdoğan da muhafazakarların korku ve hayallerinin cisimleşmiş hali… Ayrışmış toplumlarda gücün arkasına sığınarak kimliksel güvence aramak yaygın bir tutum.
Diğer yandan kendimize oryantalist ölçülerle yaklaşmamız gerekmiyor. Daha hızlı geçmemiz gereken bir ara dönemin içinde biraz fazla süre kalmış olabiliriz, ama sonuçta toplumlar böyle öğreniyor ve olgunlaşıyor. Mesele bu dönemi de akılcı bir yönetim sergileyerek, toplum olma yolunda ilerleyerek, sağlıklı bir bireyselleşme ve yaratıcılığın önünü açarak geçebilmek. Bunun da olmazsa olmaz koşulu ‘normalleşme’ denen şey… Kurumsallaşmanın yerleşmesi, kuralların işlemesi, ortak toplumsal normların geçerlilik kazanması, çoğulculuk ve katılımın hayatın her alanında doğal durum haline gelmesi, farklılıklar arasındaki ilişkilerin çeşitlenip sıradanlaşması, insanların kendilerini baskı altında hissetmeden konuşabilmesi, her alanda yaşanmakta olanın bilgisinin engelsizce paylaşılabilmesi… Kısacası açık toplum olma yolunda en azından ileriye gidilmesi.
***
Son bir yıl yönümüz bu olmadı. Yeni sisteme atfedilen demokratik niteliklerin de doğru olmadığını biliyoruz. Öte yandan Erdoğan istediğini aldı ve artık ülkenin alacağı yönde, atacağı adımlarda tek yetkili ve sorumlu kişi. Dolayısıyla normalleşmeyi gerçekleştirmesi gereken kişi de o… Ancak bu kolay bir misyon değil. Çünkü referandum öncesinde de yazdığım gibi, ucu ucuna kabul edilen ve aşırı yetkiler üreten bir sistemde, sorumlu olan insanı rahat bırakmazlar. Yurt içi veya dışı ne kadar muhalefet odağı varsa hepsi her yanlışı Erdoğan’ı yıpratmak ve itibarsızlaştırmak için kullanacaktır. Bundan şikayet etmek de garip olur, çünkü hiç gerek yokken yeni sisteme geçmek isteyen ve toplumu tercihe zorlayan Erdoğan’ın kendisiydi.
Ancak muhalefetin nasıl davranacağından daha önemlisi bizzat Erdoğan’ın normalleşmeyi isteyip istemediğidir. Normalleşme bir açık toplum yaratır ve açık toplumlar da demokratik mekanizmalar talep eder. Dolayısıyla soru, bütün yetkiyi eline almış olan Erdoğan’ın demokratik mekanizmaları işletmeye ne denli hazır olduğudur. Açık toplumlarda tek adam yönetiminin zorlanması verimsizlik, yozlaşma ve kaos getirir. Bu nedenle eğer tek adam rejiminde ısrar edilecekse, bunun anlamı açık toplumdan uzak durulacağıdır. Öyle bir durumda da gidişat normalleşme yönünde olmayacak demektir.
***
Olağanüstü hal sadece idari tedbir olmaktan çıkarak önümüzdeki süreçte bir ‘olağan duruma’ dönüşebilir. Olağanüstü dönemden geçme gerekçesi ile olağandışı bir yönetim mantığına saplanıp kalınabilir. ‘Reisçilerin’ ise özellikle böyle bir dönemin gelmesini zorlamaları şaşırtıcı olmaz.
Ama sonuçta Türkiye kaybeder. Tabii AK Parti de… Bu açıdan bakıldığında bu yıl alacağı doğrultu Erdoğan’ın en önemli siyasi tercihi olacak.