‘Millilik’ başarısızlığın örtüsü mü?
Milli olanın ‘kutsallaştırılması’ çağımızda pek normal değil. Milliyetçi akımların modernlik adına geleceği oluşturdukları 19. Yüzyılda olsa bu durum anlaşılabilirdi. Ama artık sınırların ve kimliklerin geçirgenleştiği post modern küresel bir ortamdayız. Kültürlerin kendi farklılıklarını dünya piyasasına sunabildikleri, genel hukuk ve etik normları karşıladıkları sürece çok küçük ülkelerin veya toplulukların bile söz sahibi olabildikleri bir dünya... Tabi ki çok adil bir dünya değil. Çünkü güç farkları hala işlevsel… Ama buna karşılık büyük dünya güçlerinin herhangi bir yerelde istediğini yapabilme imkanı da giderek azalmakta. Çağımız ‘millilik’ değil küreselliğe ‘uyum ve katkı’ çağı. Bunu becerebilenlerin önünde etkili olma, sözünü geçirme, nüfuz kazanma şansı doğuyor. Beceremeyenler ise bir uyumsuzluk örneği olarak kalıyorlar.
***
Biz henüz bu geçişi yapabilmiş değiliz. ‘Millilik’ tutkumuzun iki muhtemel nedeni var. Biri tarihçilerin vurguladığı ‘geç kalmışlık’ duygusu. İmparatorluk dağılır, bütün kimlikler ‘milliyetçileşirken’ Türk kimliği henüz billurlaşıp Osmanlı ve İslam kimliklerini arka plana itememişti. İkinci neden ise Cumhuriyet yönetimi altında geçen doksan küsur yılın, iddiamızın aksine çok da başarılı olmamasıdır. Maddi alandaki ilerleme Türkiye’yi vasatın üzerine çıkaramadığı gibi, asıl başarısızlık bir topluluklar kümesinden ‘milli’ olana geçişin becerilememesidir. Milliliğin bugün bu denli değerli bulunması ve her fırsatta referans olarak kullanılmasının ardında, aslında bizim hiçbir zaman istediğimiz ‘kalitede’ bir millilik yaratamamamız yatıyor.
Halen şu anki makbul anlayış, ‘milliliğin’ ancak bir tür ‘üst’ cemaatleşme olarak tasavvur edilmesine dayalı. Kendine benzeyenlerle birlikte bir bütün hayali bu… Sanki sizin mensubu olduğunuz cemaat genişliyor, diğer herkesi içine alarak onları da size benzetiyor ve böylece herkes aynılaşarak ‘millileşiyor’. Bunun psikolojik açıdan ne denli cazip olduğu açık. Benimsenmesi de çok kolay… Ancak bu bir ötekileştirme modeli. Çünkü her cemaat aynı amaçla diğerlerine baktığı ölçüde, farklı cemaatlerin gerçek anlamda kaynaşarak bütünleşmeleri mümkün değil. Dolayısıyla bizim millilik arayışımız kendi içimizde gerilim ve savaş halini doğallaştırıyor. O nedenle birbirimize çok kolaylıkla ‘hain’ diyebiliyoruz, iç düşmanların varlığının sürekli olduğuna inanıyoruz. Açıkçası henüz birbirimize ‘razı’ bile değiliz ve bu utancı millilik şablonu ile gizlemeye çalışıyoruz.
***
Bugünün dünyasında ‘millilik’ ancak kendiliğinden ortaya çıkabilecek bir sonuç olabilir. Bu hedefe ulaşabilmenin önkoşulu ise önce toplum olabilmek… Yani kendine benzemeyenlerle birlikte bir bütün olduğunu kabullenmek, hazmetmek ve bunun kıvancını duymak. Bu ise niyet ve irade ötesinde, bireysel düzlemde kişilikli olmayı, topluluk düzleminde olgunlaşmayı ve zihniyet bağlamında haddini bilmeyi gerektiriyor.
Toplum olabilme yerlilikle de iç içe geçen bir özellik… Çünkü yerlilik doğası gereği çoğuldur. Tarih ve coğrafyanın gördüğü birikmiş kültürel amalgamın bugünün dünyasında bin bir yüzle ortaya çıkmasıdır. Toplum olamadan milliliğe savrulduğunuzda, ya da toplum olamadığınız için kendinizi yüzeysel bir millilikle avuttuğunuzda, yerliliğin yanından bile geçemezsiniz. Her yaptığınız cemaatçi bir yerelliğin abartılmasından ibaret kalır…
Ne var ki hayat kendimizi kandırmaya müsait olsa da, başkalarını kandırmaya değil… Toplum olamayan bir cemaatler dünyasının milliliği de biraz kof oluyor ve bu kofluk bizzat ‘milli’ kelimesinin aşırı kullanımına yansıyarak görünür oluyor.