Gayrımeşrulaştırma gerilimi
İktidara yakın medyanın bir süredir yürüttüğü ABD karşıtı kampanyanın, bir konsolosluk görevlisinin tutuklanması ile birleşmesi, anlaşılan o ki ABD’nin de ‘bir şeyler yapma’ gereğini duymasına neden oldu. Ancak ilk adım beklenmediği kadar sert oldu... Güvenlik bahanesiyle tüm vize işlemleri durduruldu. Bunun iş hayatı, eğitim ve her türlü yarı siyasi ilişkiler açısından ne gibi sonuçlar doğuracağını tahmin etmek zor değil. Ama borçlanma ve yatırım için dış sermaye çekme ihtiyacı içinde olan Türkiye’nin tüm dengelerini alabora etmeye aday.
***
Milli meseleler karşısında kısa vadeli sayılabilecek ekonomik kaygıların çok önemli olmadığını, ABD ile yaşanan gerilimin beka sorununun parçası olduğunu ileri sürebiliriz. ABD’nin 15 Temmuz darbesiyle bağlantılı olduğunu da iddia edebiliriz. Ama serinkanlı olup ‘işimizi’ doğru yapmamız gerekiyor. Darbe girişimi sonrasında, kuşkuları tatmin edecek hukuki bilginin üretilmesinde yetersiz kalındı. ABD’deki ‘birilerinin’ darbe girişiminden haberdar olduğu ihtimali ne denli yüksekse, ABD’nin söz konusu girişimi devlet olarak destekleyip sahiplenmiş olma ihtimali de o denli az.
Gülen’in güvence arayışı ve pazarlık gücünü azamileştirme isteği ABD kurumları içinde bazı kanatlara yanaşmasına neden olmuş olabilir. Buna ABD’nin darbeyi kınamakta isteksiz tavrını da belki bir belirti olarak eklemek isteyebilirsiniz. Öte yandan darbenin nasıl yaşandığı, ordu içindeki desteğin sınırlılığı, toplumsal desteğin neredeyse hiç olmaması ve darbenin başarısını sağlama yönünde herhangi bir dış ‘katkının’ görülmemesi, ABD’yi kolayca ‘darbeci’ yapmaya izin vermiyor.
Yine de kategorik bakmaya gerek yok… Aradan 14 ay geçti. Eğer ABD’nin bu işte dahli varsa, daha inandırıcı bir hukuki çerçeve içinde anlatılmalıydı. ABD Adana konsolosluğundan halen 8 aydır tutuklu olan bir şahıs var ama doyurucu bir suçlama yok. Genel aksaklıklar yeni tutuklamanın farklı şekillerde yorumlanmasına neden olabiliyor. Bu kişinin gerçekten de FETÖ ile ilgisi olabilir ama kanıtlanması gerek ve sanki kanıtlanmış gibi davranılması yargı mekanizmasını anlamsız kılıyor. İktidara yakın medya yargısız infaza benzeyen bir tutum almakla kalmadı, ABD/PYD ilişkisini de darbenin parçası haline getirerek ABD’yi ‘Türkiye’yi parçalamak isteyen ülke’ olarak tanımladı.
Yargı mekanizmasının yavaş ve yetersiz kaldığı, buna karşın medyanın acilci ve hüküm verici olduğu bir atmosferde, her iddia bir manipülasyon olarak okunmaya müsait hale gelir. Ayrıca 150 bin kişinin FETÖ’cü olduğu için işten atıldığı ve binlercesinin tutuklandığı bir darbe girişiminde dış aktörleri ‘fail’ kılmak da garip kaçıyor. Üstelik her üç AK Partili aileden birinde en az bir Gülen’ci varken, parti yönetiminde, meclis grubunda veya teşkilatta kimsenin FETÖ’cü olmadığını iddia ederken…
Ancak bütün bunlar bir yana ABD aynı süreçte Gülen’i iade etmedi ve Rıza Zarrab dosyasını açık tuttu. Bu dosyanın istenildiği anda siyaseten yürürlüğe sokulacak bir koz olarak tutulduğunu tahmin edebiliriz. Anlaşılan ABD de Almanya’nın yolundan giderek, Türkiye ile konuşarak herhangi bir sorunu halledemeyeceği varsayımıyla, sert tutum almayı tercih ediyor. Türkiye’nin Rusya’ya yaklaşmasından da artık çekinmedikleri anlaşılıyor. Muhtemelen Rusya’nın tavrını öngörüyorlar ve Türkiye’nin bu yakınlaşmadan zararlı çıkacağını düşünüyorlar.
***
Türkiye ise ABD’nin elindeki kozların siyaseten kullanılması ihtimalinden çekiniyor. Belki iktidar yeni bir müdahale zemininin oluşmasından da ürküyor, çünkü hükümet her alanda sıkışmış durumda ve yapılan yanlışlar ülkenin yönetilebilirliğini zora sokuyor.
Velhasıl ABD, Türkiye’yi uluslararası kamuoyu nezdinde
gayrı meşru kılmak istiyor… Türkiye de ABD’yi Türkiye kamuoyu nezdinde gayrı meşru hale getirmeye çalışıyor. Görünen o ki her ikisi de istediklerini alacak...