‘FETÖ’ siyasetteki aymazlığın sonucudur
Darbe girişiminin öncesinde, sonraki hafta kullanmak üzere bir yazı yazmıştım. ‘Küçük hesabın yüksek bedeli’ başlıklı o yazı ileriki günlere kaldı ama içerdiği konu çok daha dramatik bir biçimde önümüze geldi. 2015 seçimi sonrasında CHP ile koalisyonun niçin akıllıca olduğu üzerinde duran makale konuyu Türkiye’nin yönetilebilmesi sorunu etrafında ele alıyor. Kürt meselesinin tıkandığı, askerle işbirliğine muhtaç hale gelindiği, ekonominin ise yerinde saydığı bir noktada seçim kazanmanın ‘yönetmek’ için yetersiz olacağı 2015 yazında da açık bir gerçekti. Kutuplaşma yaratarak üretilen iktidar tahkimatının geri tepmesi, psikolojik direnç yaratması kaçınılmazdı…
AK Parti ve Erdoğan bu tehlikeyi görmedi veya önemsemedi. Gülen örgütünün yargıdaki, polisteki ve askerdeki ağırlığı ise çoktan beri konuşuluyor, raporlara geçiyordu. Batı ile didişmenin AK Parti’yi tamamen yalnızlaştıracağı ve bunun türlü çeşitli müdahaleleri davet edeceğini öngörmek de hiç zor değildi. O dönem CHP ile koalisyon laik kesimin ve Batının ‘gazını’ alırken, toplumun bölünmüşlüğünden güç alan her türlü münafıklığın da önüne geçmek, siyaseti ‘resetlemek’ için iyi bir fırsattı.
***
Ancak kısa vadeli ve yüzeysel siyaset okumaları bu imkanı engelledi. Gülen örgütünün darbe girişimi, itiraf etmemiz gerek ki, çok uygun bir konjonktürde yapıldı ve başarılı olsaydı bugün çok farklı biri biçimde hikaye edilecekti. Bu örgütün böylesine güçlenmesinin çok temel bir nedeni var… Efgan Ala geçen gün söyledi… “MİT saldırısına kadar biz muhalefeti, ondan sonra muhalefet bizi bunlar hakkında dinlemedi.” Yani 2012 başına kadar Gülen tehlikesine muhalefet işaret ederken iktidar bu uyarılara yüz vermedi. 2012 sonrasında ise iktidar aynı tehlikeyi vurgulamaktaydı ama karşısında bunu ciddiye alan bir muhalefet bulamadı. Acaba niçin? Çok basit bir nedenle: İktidar ve muhalefet birbirini öldüresiye düşmanlaştıran bir kutuplaşmadan medet umuyor, diğerine zarar veren her şeyin kendi hanesine artı puan olarak yazıldığını sanıyordu.
***
Yıllar boyunca Türkiye siyaseti küçük hesapların, yüzeyselliğin, basit çıkarçılığın ve karşılıklı seviyesizliğin elinde heba oldu. Meclis göstermelik, düşük kaliteli, konuşmasını bilmeyen, ‘sağır’ bir kuruma dönüştü. Gerilim ve kavganın siyaseti rehin aldığı, hamasetin ufuk sahipliği olduğu sanılan yıllardan geçtik. Bu ortamda Gülen örgütlenmesi herkesten daha ‘düzeyli’ görünmeyi başarmakla kalmadı, bunu kötü niyeti gizleyecek kadar profesyonelleştirdi.
Bu nedenle bugün bir canavara dönüşmüş olan Gülenci teşkilatlanmanın sorumlusu doğrudan siyaset kurumu ve onun uzantısı olmayı kabullenen medyadır. İnsanlar Gülencilerin nasıl bu kadar çok sayıda olduğunu anlamakta zorlanıyor. Oysa son yirmi yıldır kamunun toplam yeni istihdamının muhtemelen yarısından söz ediyoruz. Çalınan sınav sonuçları, istihbarat yönlendirmeleri ve doğrudan personel seçme kabiliyeti durumun aritmetiğini ortaya koyuyor. Bu insanların büyük kısmı inanmış Gülenciler olmayabilir. Ama yardım görmüş, elinden tutulmuş, sosyal ilişki kurulmuş, çekirdek örgütlenmenin etrafındaki çemberin içinde ‘yüzen’, gereğinde kullanım için uygun binlerce kamu görevlisinden söz ediyoruz.
***
Gülen örgütü demokrasi için sadece büyük bir tehlike değil, uzun vadede kalıcı bir tehdide dönüşmüş ve fark edilmişti. Ama iktidarı ve muhalefetiyle siyasetin aymazlığı işi bu trajik ve vahim noktaya kadar getirdi. Oyunu bozan ise her kesimden insanın kucaklaşarak darbeyi durdurması oldu. Şimdi siyasetin bu halka bir borcu var: Aymazlığı bırakıp ülkeyi birlikte sahiplenmek...