Eski merkezden yeni parti çıkar mı?
Desteklediği siyasi hareketin kendisini tam olarak temsil etmediğini düşünen ya da performansından memnun olmayan seçmen oranı Türkiye’de yükseliyor ve bu olgu bütün partiler için geçerli. Acaba böyle bir ortam yeni partilerin doğmasına, ya da var olan parti yapılarında radikal değişimlere neden olur mu?
Liberal teori bu konuda epeyce rahatlatıcıdır. Yasal engel olmadığı sürece, toplumsal taleplerin siyasete yansıyacağı varsayılır. Siyasi partilerin kurulması ve seçimler serbestse her talep veya tercih öbeğinin, ya partileşme ile ya da lobi faaliyeti üzerinden siyasete tahvil olması beklenir. Temel ilişki siyasetle toplum arasında kurulduğu için toplumdaki değişimin siyasete yansımaması zor kullanımını gerektirecektir. Diğer bir deyişle liberaller için taleplerin siyasallaşması zaten işin doğası gereğidir. Engellemezseniz her talep bir biçimde kendisini siyasi arenada ifade imkanı bulur.
***
Ne var ki Türkiye’de siyaset çok uzun dönem toplumla değil, devletle ilişki içinde belirlenen bir alan oldu. Devletin kurucu bürokratik eliti siyasetin de sınırlarını çizdi. Bekayı ima eden kimliksel ve ideolojik meseleleri parti siyasetinin dışında tutarak ‘devletleştirdi’. Bununla da yetinmedi… Sosyoekonomik alana sıkıştırdığı sivil siyaseti bir ‘merkez’ ideolojik tutum etrafında durmaya zorladı. Çünkü sivil siyasetin elinde hala eğitim, diyanet, asayiş, istihbarat gibi konular vardı ve bunların da vesayet mantığı içinde yönetilmesi arzu ediliyordu. Buna partilerin darbeler nedeniyle sürekli kapatılmasını ve gelenek oluşturamamasını ekleyin... Sonuçta siyasi partilerde bilgi birikimi, strateji üretme geleneği, kurumsallaşmış bir ortak akıl oluşamadı. Parti tabanlarının ayrımlaşmış kimliklere oturması da çoğu zaman gerçek anlamda siyaset yapmayı anlamsız veya gereksiz kılabildi…
***
Dolayısıyla bizdeki siyasi partilerin üretilmiş ve sahiplenilmiş bir kurumsal karakteri yoktur. Kurumsal yapı hasbelkader şekillenir ve güç karşısında direnç gösteremez. Bunun anlamı lider partilerinin oluşması, siyasi kariyerin de lider etrafında tasavvur edilmesidir. Ancak liderin çevresi herkesi içine alacak kadar büyük olmayacağı gibi, genelde liderler de bunu tercih etmezler. Kendi çevrelerini bir çekim merkezi olarak tutmayı yeğlerler. ‘Siyaset’ söz konusu çevredekilerin orada tutunma çabası ile çevre dışındakilerin lidere yaklaşma gayreti arasında salınıp durur. Bazıları ise bu dünyanın dışına itilirler ve bir daha lidere yakın olmayacaklarını idrak ederler…
Bizde 1950-2000 arasında yeni siyasi partiler genellikle bu dışarıda kalanlar tarafından kuruldu. Amaç devletin çizdiği ‘merkezin’ içinde yer alıp, seçim pazarlıkları üzerinden az sayıda kişiye kariyer üretmekti. Bu modelin dışına çıkan nadir girişimler aynı zamanda ‘merkezin’ de dışına çıkma niyetini yansıttı. Temel karakteri itibariyle ‘merkez dışı’ bir parti ise bizler için radikal bir yenilikti ve AK Parti bunu yaptı. Ancak AK Parti’nin varlığı ilk kez doğrudan bir toplum/siyaset ilişkisini ima etmekle kalmadı. Siyaset alanını genişletirken ideolojik ayrışmaları da bu alana taşıdı.
***
Dolayısıyla bugün CHP ve MHP ‘yavru parti üretme’ açısından artık eski merkez partilerin davranış kalıplarını göstermiyor. Siyasetin değişimi ya da yeni partilerin kurulması açık bir başarısızlık halinin ve bu başarısızlığa yanıt getirebileceği düşünülen bir liderin ortaya çıkma koşullarının oluşmasına bağlı. Örneğin Meral Akşener bu yeni durumun müstakbel siyasetçisi olarak algılanıyor. CHP’de ise Kılıçdaroğlu açık bir başarısızlığa kadar durumu idare edecek gibi gözüküyor.