Doğru siyasetin sırrı
Kendilerini tarihsel olarak yenik ve mağdur hisseden toplumlarda çoğu zaman ikircikli bir ‘siyaset’ algısına rastlarsınız. Hem ‘siyaseti asıl biz biliriz’ türü bir özgüven duruşu sergilenir, hem de galiplerin aslında her şeyi masa başında kazanmış olduklarına, kötü niyetli rakiplerin oyununa gelindiğine inanılmak istenir. Bu yaklaşıma bakılırsa siyaseti iyi bilmemize rağmen, iyi niyetimizi de koruduğumuz için sonuçta yenik düşmüşüzdür. Sorun şu ki, eğer bu tespit doğru ise kendi içimizde yaptığımız siyasetin de iyi niyetli olması beklenir. Oysa kaderin garip bir tecellisi olarak, kendini yenik ve mağdur hisseden toplumların çoğunda siyaset hemen hiçbir zaman iyi niyete dayanmaz.
***
Nitekim bizde de açık iletişim ve eleştirinin bulunmadığı bir ortamda herkes gerçek niyetini gizleyerek hedefe yürümeye çalışır. Hangi ideolojik kanattan olursa olsun, siyasi aktörler kendi talep ve tercihlerini diğerlerine zorlar, karşı olduğu taraflara her koşulda karşı çıkar ve ufak tavizler uğruna taktiksel kazanç ve işbirlikleri peşinde koşarlar. İşin kötüsü bu tavır bir siyasi kültüre dönüştükçe kemikleşir ve dış politikaya da yansır. Güçlüler karşısında itiraf edilemeyen bir ezikliği, zayıflar karşısında ise abartılmış güç gösterilerini teşvik eder. Olması gereken serinkanlı analizler ve anlamaya dayalı iletişim çabaları, yerini efelenmeye, hamasete, tehdide, mazeret üretmeye bırakır. Böylece ne kazançlı çıkılan nadir olaylardan, ne de zararlı çıkılan birçok örnekten hiçbir şey öğrenmek mümkün olmaz…
Bu garip siyaset algısının ‘nedeni’ yenik ve mağdur olmak değildir… Yenik ve mağdur olma haline ancak bu türden bir siyasetle karşılık verebiliyor olmamız, diğer deyişle zihniyetimizdir. Dolayısıyla doğru veya farklı bir siyaset anlayışı üretebilmek için ille de galipler arasında yer almak gerekmez. Mukayeseli bir perspektife oturtursak, doğru siyaset anlayışının temelinde batılılık ya da modernlik değil, o siyaseti mümkün kılan zihniyete sahip olup olmamak yatar.
Öncelikle hiçbir kişi, grup ya da ülke her olayda veya her zaman güçlü olamaz. Demokrasileri veri alırsak hiçbir siyasi aktör arkasında sürekli bir çoğunluk da bulamaz. Dolayısıyla, eğer güçlüyken farklı zayıfken farklı davranmak gibi bir ilkesizliği ‘siyaset’ sayan oportünizme itibar etmeyeceksek, siyaset anlayışımızı gücümüzden bağımsız olarak tanımlayıp şekillendirmemiz gerekir.
Örneğin şöyle bir tanımla hareket edebiliriz: Siyaset başkalarının herhangi bir baskı altında kalmadan bizim istediğimiz yönde davranmasını sağlamak üzere, bizim ne yapmamız gerektiği sorusunun sorulması ve cevabın nesnel bir bakışla aranması çabasıdır… Buradan hareketle eğer sonuç istediğimiz gibi olmamış, diğer aktörler beklendiği gibi davranmamışsa bunun tek bir anlamı vardır: Siyasetimiz eksik, yetersiz ya da düpedüz yanlıştır. Çok muhtemelen iyi düşünememiş ve öznelliğimizi aşamamışızdır…
Her şeyi ‘doğru’ yapsak bile, tabi ki bazen sonuç istediğimiz gibi olmayabilir. Ama şaşırmayız… Çünkü o ihtimalin de farkındayızdır. Daha önemlisi söz konusu kötü ihtimali engellemek için elimizde başka hiçbir araç veya yöntem olmadığından eminizdir, çünkü hepsini irdelemiş olmamız gerekir.
***
Ancak eğer bir olaydan sonra geriye baktığımızda, istenmeyen bir sonucun başka bir yaklaşımla değiştirilebileceğini ya da bizim lehimize etkilenebileceğini görüyorsak, siyasetimizin yanlış olduğu apaçıktır ve bu gerçeği içimize sindirmeden doğru siyaseti üretmemiz çok zor olacaktır.
Hele tam aksi yöne gider, yanlışımızı görmek istemez, suçu birtakım ‘hayaletlere’ atmaya kalkar, bu amaçla gerçeklerin üstünü örter, konuşmaktan kaçar ve hamasete sığınırsak, bilelim ki bundan sonraki siyasetimizden de pek fazla hayır gelmeyecektir.
Doğru siyasetin sırrı siyasetimizle dürüstçe yüzleşmekten geçer…