Değer miydi?
Referandum için son haftaya girildiğinde, saha çalışması yapan bağımsız şirketler ağız birliği etmiş gibi aynı sonuçları yayınladılar. Evet oyları 51.5-52 aralığında gözüküyordu ve öyle de neticelendi. Anayasa taslağını savunanların telaffuz ettiği ve toplumsal kabul sağlama açısından muhtaç olunan oy oranına erişilemedi. Öte yandan karşımızda yasal gerekleri yerine getirmiş ve yüzde ellinin üzerinde tasvip görmüş bir teklif var. Diğer deyişle cumhurbaşkanlığı sisteminin bir meşruiyet sorunu yok. Ancak meşruiyet çift katmanlı bir kavram… Yüzeyde usule uygun davranılmış olmasını ama daha derinde kamu vicdanında kabul görülmeyi ifade ediyor. Ne yazık ki gelinen noktada kabul edilen anayasa değişikliğinin söz konusu ikinci katman açısından zaafı var ve bu zaaf siyaseten kullanılmaya çok müsait.
***
Önemli olan şu ki oylamış olduğumuz teklif, siyasi sistemi radikal bir biçimde değiştirecek olan bir anayasa değişikliği. Örneğin bir yargı kurumunun yeniden yapılandırılmasını ya da bir uluslararası teşkilata üye olup olmamayı oylamadık. Birlikte nasıl yaşayacağımıza dair oyunun kurallarını belirleyen bir taslağı oyladık. Herhangi bir tasarrufa dair kararlarda yüzde elliyi aşmanın yeterli olduğu düşünülebilir. Ama oyunun kurallarının saptanmasında böyle oranlarla ilerlenmesi çok zordur. Çünkü söz konusu kurallar açısından ortadan bölünmüş bir halkı yönetmek durumunda kalırsınız.
Bugün ortaya çıkan sonuç, oyunun kuralları açısından ortadan bölünmüş bir ülkeyi bir ‘tek adam’ sistemine taşımak anlamına geliyor ve bunun sosyal, ekonomik ve siyasi tepkilerinin orta vadede olumsuz olacağı açık. Üstelik bu ortamda ekonomiden dış politikaya başarı elde edilmesi çok zorlaşacağı gibi, başarısızlıkların bütün yükü AK Parti’nin sırtına bindirilecek. Böyle bir sürecin sonunda 2019 seçimlerinin meclis çoğunluğu üreten bir oyla kazanılması da hayal olabilir…
Buna karşılık ‘hayır’ giderek bizzat muhafazakar kesimin zihninde kaçırılmış bir fırsat haline dönüşürse kimse şaşırmasın… Çünkü o durumda hem Türkiye hem de AK Parti için çok daha az sakıncalı ve yönetilebilir bir döneme imkan tanınabilecekti. Hükümet devam edecek, genel seçim 2019’da önceden saptandığı tarihte ve bir normalleşme sürecinin uzantısı olarak yaşanabilecek, hükümetin elinde demokratik niteliklere özen gösterilmiş yeni bir taslak üretme şansı kalacaktı. Şurası çok açık… Eğer AK Parti demokratik değerlere sahip çıkan bir taslakla halkın karşısına çıksaydı bugün en az yüzde 65 onay alırdı… Dolayısıyla bugün alınan ‘evet’, ileride alınabilecek olan yüksek oranlı ve meşruiyet açısından rahatlatıcı olan bir başka ‘evet’in önünü kesmiş oldu.
***
Gündelik siyasete fazla kapılmadan baktığımızda Türkiye’nin esas meselesinin yönetim sistemi değil, yönetim zihniyeti ve kültürü olduğunu bir kez daha görüyoruz… Ürettiğimiz gerçeklikten kaçış zor: Ekonomi patinajda, Kürt meselesi tıkanmış, hukuk devleti ilkeleri yıpranmış, Suriye’de yolun sonuna gelinmiş, uluslararası bütün aktörlerle mesafe açılmış, basın özgürlüğü daralmış… Bunların üzerine marifetmiş gibi kullanılan ayrıştırmacı dili, düşman üretimini ve hamaseti ekleyin.
Bizim asıl gerçeğimiz bu ve aynı zihniyet devam ettiği sürece hiçbir yönetim sistemi bunları iyiye götüremez. Doğru yönetim bilgili ve kişilikli kadrolara, demokratik karar mekanizmasına, delegasyon şaffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinin benimsenmesine, liyakate ve nesnelliğe dayalı bir yönetme kültürünün yerleşmesine ve özeleştiri ortamına muhtaç. Bu haliyle getirilmek istenen taslağın ruhu ise maalesef aksi yönde…
Türkiye boşu boşuna hem bir yılını heba etti hem de gelecekte atabileceği doğru bir adımdan feragat etti. Üstelik sırf referandumu kazanma uğruna ileriki dönemi başarısızlığa sürükleyecek bir zafiyete de sebebiyet verildi. Değer miydi?