‘Cumhurbaşkanlığı Sistemini’ nasıl savunalım?
AK Parti üst yönetimi anayasa değişikliği teklifinin kamuoyu karşısında ‘devrimci bir dönüşüm’ olarak savunulmasını istiyor. Ama tartışmalar ilerledikçe bu isteğin yerine gelme ihtimali azalıyor. Önerilen değişikliği ‘demokratik’ bir adım olarak savunmak gerçekten çok güç, çünkü durum pek tartışmaya izin verir türden değil…
***
1) Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçiminin aynı gün olması cumhurbaşkanı ile parlamento çoğunluğunun aynı partiden olma ihtimalini artırıyor. Cumhurbaşkanı istediği an Meclis’i feshederek seçime gidebilirken, Meclis bunu ancak beşte üç oyla yapabiliyor. Buna cumhurbaşkanının aynı zamanda kendi partisinin başkanı olması, KHK çıkarma yetkisi ve Meclis’in bütçeyi denetleyememesi eklenmekte. Yani Meclis cumhurbaşkanının sözünden çıkamayacağı gibi, onun iradesine uygun kanun çıkarmakta da tereddüt etmeyebilir. Ayrıca eğer böyle bir durum olursa zaten cumhurbaşkanının veto yetkisi bulunuyor. Böylece yasama cumhurbaşkanı karşısında tümüyle edilgen kılınıyor.
2) Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın doğal üyesi olduğu, cumhurbaşkanının ya doğrudan ya Meclis yoluyla çoğunluğunu seçeceği ve bu tercihleri denetleyecek hiçbir mercinin olmadığı bir HSYK ve zaman içinde cumhurbaşkanının seçtiği bir Anayasa Mahkemesi oluşturuluyor. Yani yargı cumhurbaşkanına bağımlı hale geliyor.
3) Cumhurbaşkanının tüm üst düzey bürokratları atama yetkisi kimse tarafından denetlenemiyor ve bürokrasi cumhurbaşkanının emrine veriliyor.
4) Cumhurbaşkanı OHAL ilan edebiliyor ve Meclis’in onaylama süresi üç ay. Eğer partisi Meclis’te çoğunluğu elde tutuyorsa, pratikte süresiz hale gelen bir OHAL düzeni üretilebiliyor ve cumhurbaşkanı kendi kanaatine dayanarak özgürlükleri ve siyasi faaliyeti kısıtlayabilen KHK çıkartabiliyor. Öte yandan cumhurbaşkanının kendisinin yanında, seçimle gelmemiş yardımcıları ve bakanlar da Meclis kararı olmadan siyasi tasarruflarından ötürü yargılanamıyorlar. Bu da Meclis çoğunluğuna sahip bir cumhurbaşkanı söz konusu olduğunda, yürütmenin tümüyle ve ömür boyu yargı dışı kalacağını ima ediyor.
***
Pratikte şöyle bir cumhurbaşkanından söz ediyoruz: Kendi partisinin de başkanı olan, yasamanın kendisine engel çıkarması ihtimalini ortadan kaldıran, ayrıca yargıyı ve üst bürokrasiyi doğrudan kendi elinde tutan, KHK’larla ülkeyi yöneten, istediği zaman OHAL ilan edebilen, isterse siyasi alanı ve özgürlükleri daraltabilen, istediği zaman seçime gidebilen ve iradesiyle kendi görev süresini uzatabilme imkanı olan biri…
Bu öneriyi ‘demokratik’ bir adım olarak savunmak gerçekten zor. Onun yerine şu muhakemeyi öne sürebiliriz:
1) Öneri antidemokratik olabilir ama her antidemokratik yönetime aynı şansı veriyor. Başkası da yeterli oyu aldığında aynı güçte bir antidemokratik yönetim kurma şansı elde edebiliyor.
2) Tarih toplumsal çeşitliliğin karmaşa ürettiğini, toplumu edilgen kılan ‘milli’ çözümlerin tercih edilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Bu ise ancak tek şef yönetiminde ve halkla ‘organik’ bütünleşme sayesinde olabiliyor.
3) Bilindiği üzere bitmeyecek bir savaş halindeyiz… Böyle bir ortamda demokratik yollar beka sorunu yaratacak ve tarihten silinmemize yol açabilecektir. Dolayısıyla milli bir şef zaruri ihtiyaç haline gelmiştir.
4) Milletimiz uzun bir zamandan sonra ilk kez kendi kaderini tayin hakkı elde etmiştir… Bunu kendi fıtratına göre kullanmasından daha doğal ne olabilir?
Eğer karşımızdaki kişi hala demokrasiden falan söz ediyorsa artık ne yapılabilir bilemiyorum. Ama bunlara aniden FETÖ ile ilişkilerini sorarak konuyu çarpıcı bir mecraya sokabilir ve üstünlüğü yeniden elimize alabiliriz. Şunun şurasında birkaç ay kaldı zaten...