Cesaret için geç değil

Gazetecilik bazı ülkelerde zorlu bir iş… Sizden beklenen şey, herhangi bir ideolojinin ‘askeri’ olmamanız, olaylara mesafe alarak ve bütünlüğünü gözeterek yaklaşmanız ve gördüğünüzden kaçmamanız. Önkoşul ise ulaştığınız gerçeği cesaretle ortaya koyabilecek insan ‘hamuruna’ sahip olmanız…

Türkiye bu alanda hiçbir zaman övünülecek bir kalibreye gelemedi, gazetecilik kendisini hep siyasetle bağlantılı ve siyasetin içinde tanımladı. Bazı dönemler siyaseti kendisine esir ederken, başka dönemlerde de siyasete esir düştü. Bugünlerde ikinci durumu yaşıyoruz. Toplumun cemaatsal yapısından beslenme kolaycılığı, tarihten gelen kimliksel ayrışma ve nefretle tahkim ediliyor. Bunun üzerine popülizmin gerekleri bindiğinde ve bu bir siyasi teşvike dönüştüğünde ise, artık orada gazeteciliğin esamesi okunmuyor. Çünkü siyasetin ihtiyacı gazetecilik değil, kamuoyunun medya üzerinden manipülatif yönlendirmelere tabi tutulabilmesi. Gazetecilerin ihtiyacı da gazetecilik değil… Onlar da duruma ‘uyum’ göstermenin peşindeler ve bu uğurda kamuoyunu bilerek yanlış yönlendirmekten utanç duymayacak kadar ‘gerçekçiler’.

***

Günümüzün Türkiye’sinde bir tarafta siyasetin altında ezilen, başına bir şeyler gelmesin diye tek gözü kapalı gezenler var, diğer tarafta da siyasetten nemalanan ve ona yaranma gayreti içinde gerçekleri iğdiş eden, gözlerini rehin vermiş tetikçi ve oportünistler. Gazeteci olmayan benim gibi köşe yazarları da dahil olmak üzere, hiçbirimiz bu düzeysiz, aşağılayıcı ve kahredici dünyanın üzerimize yapışan ‘kirinden’ muaf değiliz.

Az sayıdaki bazılarımız söz konusu yapışkan tortuyu üzerinden atmak üzere gördüğünü cesaretle söylemeye çalışıyor ve kabul etmek gerek ki bunu köşe yazarı olarak yapmak daha kolay. Tarihten, ideolojik analizlerden, sosyal ve psikolojik gözlemlerden yararlanarak bugünün gerçekliğine biraz daha mesafeli kalabilir, bu sayede ‘gördüğünüzü cesaretle’ yazabilirsiniz. Ancak gazetecilerin böyle bir şansı yok. Onlar haberlerini yaşanmakta olan sıcak konuların, yani siyasetin doğrudan üretildiği alanın içinde arıyorlar. O nedenle her yazdıkları fazlasıyla siyasi olabiliyor ve cesarete pek yer bırakmıyor.

Ama tek tük de olsa hala böyleleri var… Ve hala böylelerine gazetecilik yapma imkanı veren bir iki medya organı mevcut. Nitekim hepimizin kıvanç duyması gereken bir örnek şu an önümüzde Yıldıray Oğur imzasıyla duruyor…

Cumartesi günkü “Büyükada’da aksayan vapur seferleri üzerine…” başlıklı yazı, sırf Büyükada’da toplantı yaptıkları gerekçesiyle, başka hiçbir delile dayanmadan tutuklanan insan hakları dernekleri üyelerine ilişkin… Olayın saçmalığını ve ima ettiği adaletsizliğin vahametini birçok kişi söylemeye çalışmıştı. Ama Erdoğan’ın tutuklamaları siyaseten sahiplenmesi ile birlikte itiraz sesleri ‘anlaşılır şekilde’cılızlaştı. Ayrıca savcılığın ne tür ‘delillere’ sahip olduğuna dair sağlam bir habere de rastlanmamıştı. Bunun deşilmesi gazetecilik gerektirmekteydi…

***

Yıldıray, toplantıya katılan tek bir kişi için bile ‘hukuki’ denebilecek bir gerekçenin olmadığını apaçık şekilde ortaya koymuş. Böylece sırf iktidarın hoşuna gitmek için bazı basın organlarının ve oralarda ‘çalışan’ birçok kişinin olayı nasıl çarpıttığını, düpedüz manipülasyon yaptığını, siyasi tetikçiliğe soyunduğunu ve gazetecilik ahlakını katlettiğini hatırlamamızı sağlamış.

O yazının bütün bu hukuk suistimalleri bitene ve kamuoyundan özür dilenene kadar malum medya organlarının her odasında zorunlu olarak çerçevelenip asılması lazım. Tabii Adalet Sarayları’nda ve AK Parti binalarında da… Bu olayı ‘çeşitli nedenlerle’ iki gözünü birden kapatarak izlemiş siyasetçilerin ve diğerlerinin iç dünyalarında böylesi bir duyarlılık, ahlaki sorumluluk ve cesaretin var olduğunu görmek iyi olurdu.

YORUMLAR (78)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
78 Yorum