AK Parti niye popülist oldu?
Avrupa ülkelerinde popülist akımların öne çıkması ve halkın desteğini alması yaygın bir olgu. İki nedenle… Birincisi sistemin kendi işlevini yapamayacak hale gelmesi, ikincisi ise tüm sistemi ontolojik olarak tehdit eden (dış) unsurların varlığı. İlkinin arka planında bir bütün olarak modernliğin krizi yatıyor. Kültürel çoğulculaşma karşısında cevap üretemediği ölçüde ister istemez otoriterliğe kayan, böylece liberal tasavvurdan feragat etmek zorunda kalıp bunu meşrulaştıran bir Batı dünyası ile karşı karşıyayız. Diğer unsur ise küreselleşme ile belirginleşen dış tehditlerin ülke içinde de rezonans bulmasını ve düzenin ancak özgürlük alanının daraltılması ile ayakta tutulabilmesini ifade ediyor. Bu siyasi atmosferde ‘merkez’ akımlar toplum nezdinde zayıf, yumuşak ve belirsiz kalıyorlar. Toplum daha net ve sert çıkışlar yapacak, kendisine güven aşılayacak siyasi hareketleri ‘özlüyor’ ve o boşluk popülizmle dolduruluyor.
***
Anlaşılacağı üzere popülizm daima devletçilikle birlikte yürüyor ve bugün Batı’daki modernlik tahayyülünün, relativizmin becerilemediği noktada otoriterliğe ‘geri’ dönüşünü simgeliyor. Kaba bir mukayese ile bizle pek ilgisi olmayan bir gelişmeden söz ediyoruz. Türkiye ne Batı anlamında modern, ne kültürel çoğulculuktan uzak, ne de yönetimsel açıdan kategorik bir ideolojik dış tehdit altında. Relativizmi hiçbir zaman benimsememiş, ataerkil yapılanmayı hem kültürel hem siyasi düzlemde sürdüren bir toplumuz. Göçmenlerle derdimiz asgari düzeyde… Karşımızdaki tehditler ise ya Gülen gibi devlete yerleşme, ya da PKK gibi özerklik devşirme girişimlerinden ibaret. Bunlar otoriter yanı güçlü bir ‘modernist’ devlet için bir yenilik değil. Aksine yüzyıllardır devam eden iç siyasi dinamiklerin uzantısı…
Diğer deyişle günümüzün yeni siyasi atmosferi açısından Türkiye’de popülizme kaymanın maddi temeli bulunmuyor. Öte yandan bu ülkenin kendi geleneğinden gelen de bir popülizm mevcut. Demokrasi olmadığı halde demokrasi imiş gibi davranmanın, askeri vesayet altında sivil demokratik bir temsilin sahneye konmasının yol açtığı popülizm, on yıllarca bütün partilerin ortak stratejisi oldu. Siyasetin temel dinamiği, olabildiğince oy almak üzere devlet imkanlarını kullanmak ve iktidar olunduğunda da aynı devlet imkanlarını topluma dağıtmak üzerine inşa edildi. Bunun önkoşulu devletin şişmesi ve her alanda devlet üzerinden rant üretme imkanının geliştirilmesiydi.
AK Parti bu geleneği kırdı. Bir yandan askeri vesayeti bitirip sivil siyasetin alanını genişleterek, diğer yandan bütçeye hakim olup kamunun göreceli daraltılmasını ama aynı zamanda yetkinleştirilmesini sağlayarak... Bu sayede Türkiye rant sistematiğinden üretimci bir anlayışa döndü ve birikmiş potansiyelini hayata yansıtabildi.
***
Dolayısıyla aynı AK Parti’nin şimdi popülizme ‘geri’ dönmesi açıklanmaya muhtaç. İktidarın yukarıda sözü edilen her iki popülizmi de iştiyakle kucakladığı gözlemleniyor. Hem tehditler abartılarak beka sorunundan, buradan hareketle tek vatan ve millet ihtiyacından söz ediliyor, hem de devlet büyütülüyor ve yaratılan imkanlar seçim ve referandum amacıyla kullanılıyor.
Çünkü cumhurbaşkanlığı sistemi altında ille de yüzde elliyi geçmek lazım ve bunu geçenin Erdoğan olması isteniyor. Meşru bir istek… Ama bu yöntemle yapılacaksa maliyeti çok yüksek… Çünkü uluslararası ilişkilerimizin bozulmasına, devletin şişmesine, rant ekonomisine dönülmesine, devletçiliğin yeniden sivil siyasi alanı ele geçirmesine ve demokratik değer ve normlardan uzaklaşılmasına neden oluyor.
Bu şekilde seçim kazanmanın maliyeti, yönetilmesi çok daha zor bir ülke ve toplum... Üstelik AK Parti bu süreçte kendi meşruiyetini ve yönetme kabiliyetini de yıpratacak… Buna değer mi?