Gerçek hayatta da tıpkı filmlerdeki gibi sonunda kazanan ‘adalet’ olsa...
Uzun ve karmaşık bir dava dinlediniz. Birinci dereceden cinayet. Taammüden adam öldürmek mahkememizde yargılanan en ciddi suçtur. İfadeleri dinlediniz ve bu konuda yasaların ne dediğini öğrendiniz. Şimdi sizlerin görevi oturup ‘gerçekle yalanı’ birbirinden ayırmak ve gerçeği ortaya koymaktır.”
228 No’lu duruşma salonunun hakimi, dava hakkında karar verecek olan jüriye böyle seslenir.
Dava gerçekten de oldukça karmaşıktır.
Bir kişi ölmüş, diğerinin hayatı da pamuk ipliğinde jürinin elindedir.
Ölen babadır, cinayetle suçlanan ise oğlu.
Karşılarında, on sekiz yaşında, kenar mahallelerde sefalet içinde büyümüş, dokuz yaşında annesini kaybetmiş, on yaşında öğretmenine taş atmaktan bir buçuk yıl ıslah evinde kalmış, on beş yaşında saldırıdan tutuklanmış, iki kez bıçaklı kavgadan yakalanmış, bıçak kullanmada usta olduğu tutanaklara giren, beş yaşından bu yana babasından şiddet gören on sekiz yaşında Latin Amerikalı bir genç vardır.
Genç, ‘masum olduğunu, babasını asla öldürmediğini’ söyler ancak bütün deliller, tanıklar aleyhinedir.
Cinayet aleti bir bıçak çocuğa aittir ve cinayet gecesi arkadaşları bıçağı çocukta gördüklerine şahitlik ederler. Ayrıca mahallede cinayeti çocuğun işlediğini gördüğünü söyleyen bir tanık vardır. Çocuk, bıçağın cebinden düştüğünü o gece sinemada olduğunu gece yarısı eve geldiğinde ise babasının öldürüldüğünü gördüğünü söyler.
Fakat sinemada uyuduğu için hangi filmi izlediğini hatırlamaz.
12 kişiden oluşan jüri odasına giderler. 12 jürinin 11’i çocuğun babasının katili olduğundan emindirler, teker teker ellerini kaldırırlar, suçlu, suçlu, suçlu... Sekiz numaralı jüri üyesi ‘suçlu değil’ der.
Buraya kadar okuduğunuz hadiseyi 1957 yılı yapımı, başrolde Henry Fonda’nın oynadığı 12 Öfkeli Adam filminden alıntıladım.
Amerikan adalet sistemine sert eleştiriler getiren film, önyargının, yargısız infazın hüküm ve ceza kararı veren insanların elinde nasıl tehlikeli bir silaha dönüşeceğini anlatıyor, filmin sonunda elbette adalet yerini buluyor.
‘Adaletin tecellisi’ ve ‘hukukun üstünlüğünü’, ‘yargının bağımsızlığını’ konu alan, her hukukçunun mutlaka izlemesi gereken, bütün kült filmlerin sonunda kazanan adalettir.
***
Afrika’dan silah zoruyla kaçırılarak köle ticaret gemisine bindirilen siyahilerin özgürlük mücadelesini anlatan ‘Amistad’ filmi, eşitlik, özgürlük adalet ve hukuk adına çekilmiş en iyi filmlerden biridir. Özgürlüklerine kavuşmak isteyen siyahiler gemide çıkarttıkları isyanda mürettebatın çoğunu öldürürler. Gemi yakalanır ve köleler mürettebatı öldürmekten mahkemeye çıkartılırlar. Mahkemeden özgürlüklerini isteyip ait oldukları yere dönmeyi talep ederler. Kölelerin davayı kazanması durumunda iç savaş çıkacağı tehdidi vardır. Filmde hukukçu olan Amerika’nın eski başkanlarından John Quincy Adams rolüyle Anthony Hopkins, 9 yargıcın olduğu mahkemede, yüksek yargıçlara şöyle seslenir “Eğer mahkeme kanunlara saygı gösterip bu insanların haklarını teslim ederse iç savaş çıkacakmış deniyor. Çıkacaksa bırakın çıksın. Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun.”
Elbette filmin sonunda kazanan hukuk, kazanan adalet oluyor.
***
‘Yağmurcu’, idealist hukukçulara yol göstermesi açısından güzel bir film. Güçlünün hukuku mu, hukukun gücü mü, sorusuna cevap arayan, adaletin iki yüzlülüğünü sorgulayan ve elbette filmin sonunda hukukun kazandığını anlatan bu filmde de kazanan yine adalettir.
‘Nürnberg Duruşması’, iyi ve kötü kavramlarını derinlemesine irdeleyen, Nazi Almanya’sı döneminde vahşice işlenen insanlık suçlarının tek sorumlusunun Almanya değil bütün dünya olduğunu anlatır. Eski bir Nazi Generalinin eşi hakime şöyle söyler: “Bütün bir Almanya olarak kadınları, çocukları vahşice öldürmek istediğimizi mi düşünüyorsunuz. Bu vahşetten haberimizin olduğunu ve onayladığımızı mı düşünüyorsunuz. Hayır. Lütfen sadece suçluları yargılayın, bütün bir ülkeyi değil.”
Gelelim yazının başlığına: ABD’li asker kökenli roman ve köşe yazarı Michael Peterson’un 16 yıl süren adalet arayışını anlatan ‘The Staircase’ belgeselini izlediğimde başlıktaki sözler döküldü dilimden.
Peterson’un hikayesi ile 1954 yılı yapımı olan ‘12 Angy Men’ filmi arasında elbette hikâye birebir aynı olmasa da bir hayli benzerlikler olduğunu söyleyebilirim.
Eşi Kathleen’in evlerindeki merdivenin altında ölü bulunmasının ardından Peterson birinci dereceden cinayetle suçlanır.
Merdivenlerin dibinde ölü bulunan Kathleen’in başında ancak sert bir cisimle vurularak oluşacak yaralar vardır. Ancak Kathleen başındaki yaralar, bir öfkenin sebep olacağı türden yaralar da değildir. Kafasına sert bir cisimle vurulmuş olsa, kafada kırıkların oluşması, yüzünde yaraların olması lazım ama buna dair hiçbir iz yok. Ayrıca yakından tanıyanlar, Kathleen’in güçlü bir karakter olduğunu, bir saldırı karşısında kendisini savunacağını söylerler.
Boğuşmaya, mücadeleye dair bir delil de yoktur.
Eyalet Soruşturma Bürosu, Kathleen’in ölümünden Peterson’ın suçlu olduğuna dair delillere ulaştıklarını açıklarlar ve birinci dereceden cinayet davası açılır.
Peterson önce inanmaz, bir iki duruşma sonrasında suçsuzluğunun ortaya çıkacağına inanır. Fakat mahkumiyet alır. 8 yıl aradan sonra, Eyalet Soruşturma Bürosu’ndan Deaver’in pekçok davada delillerle oynadığı, delilleri soruşturma savcılığının suçlamalarını destekleyecek şekilde değiştirdiği ortaya çıkar.
Adli tıp uzmanı Radish, verdiği ifadenin aksine Kathleen’in başındaki yaraların darbeden değil düşmekten oluştuğunu ve kan kaybından öldüğüne inandığını söyler fakat mahkemede bunları söylememiştir. Bütün bunlar tek tek ortaya çıkar. Dava yeniden açılır, fakat mahkeme asla geri adım atmaz.
Sonuç... Maalesef Peterson’ın davasında filmlerdeki gibi kazanan adalet olmaz. Mahkeme sadece geriye bir adım atar, sanıkla Alford Anlaşması yapar ve suçu “ölüme sebebiyet vermek” olarak değiştirir. Mahkeme, Eyalet Soruşturma Bürosu görevlisinin dava delillerini çarptığı, değiştirdiği gerçeğine rağmen masumdur demez.
13 bölümden oluşan gerçek bir ‘adalet arayışı’ hikayesi olan ‘The Staircase’ belgeselini mutlaka izlemelisiniz ancak daha çok avukatlar, savcılar, yargıçlar, hukuk okuyanlar izlemeli.