2006’da AK Parti’nin dış politikası
Fransız siyasetçi Segolene Royal ismi Türkiye’de bir miktar bilinmiş olsa bile kendisi daha çok 2004 Nisan ayında, yani Türkiye’nin kaderinin belirleneceği Brüksel Zirvesi öncesinde France-Inter’e verdiği mülakattaki “Ben Türkiye’ye hayır diyemeyeceğimizi düşünüyorum. Eğer Avrupa değerlerine inanıyorsak, dışlamak yerine, yanımıza almalıyız” sözleriyle tanındı.
Segolene Royal Türkiye’nin AB’ye üyeliğine daima sıcak baktı. Açıklamaları hep bu minvalde oldu.
Ta ki... 2006 yılına kadar...
Segolene Royal 11 Ekim 2006 yılında Fransa Meclisi’nde bir basın toplantısı düzenledi. Parlamento muhabirleri tarafından “Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ne düşündüğü” sorulan Royal’in cevabı oldukça şaşırtıcıydı:
“Türkiye’nin AB üyeliği konusunda benim görüşüm, Fransa halkının görüşü neyse odur.”
Şaşırdınız değil mi?
İki yıl içerisinde değişen nedir, diye soruyorsanız söyleyeyim...
Çünkü bir yıl sonra (16 Mayıs 2007) Fransa’da Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı ve Segolene Royal de Sosyalist Parti’nin Cumhurbaşkanı adayıydı.
2006 yılı Türkiye Fransa ilişkileri açısından oldukça kritik bir yıldı. Zira 2006 Mayıs ayında Fransa Parlamentosu’na getirilen ve gündem yoğunluğu nedeniyle 6 ay sonrasına ertelenen, Fransız aydınlarının hatta medyasının büyük bir çoğunluğunun ‘akıldışı olarak’ nitelendirdiği “Ermeni soykırımının inkarını suç sayan yasa tasarısı teklifi” Meclis’ten geçmişti.
Ve 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki güçlü adayı rakibi, Nicholas Sarkozy’i Fransız halkı kendisini seçtiğinde “Meclis’ten geçen teklifin hemen yasalaştıracağını” vaat ederken Segolene Royal de rakibinden geri kalmayarak “soykırım tanınmalı” açıklamaları yapıyordu.
Peki, Fransa’dan gelen Türkiye karşıtı açıklamalara hükümetin yaklaşımı nasıldı?
Gayet makul. Sağduyulu. Hükümet yetkilileri bir yandan ısrarla Fransa’ya iki ülke arasındaki karşılıklı çıkarları hatırlatırken bir yandan da iç kamuoyuna sakin olun deyip, “Fransız mallarını boykot edelim” çağrıları yapan sivil toplum kuruluşlarına itidal telkin ettiler. Hiç mi tepki göstermediler. Elbette en sert şekilde tepki gösterildi. Meclis’ten geçen yasa teklifinin, Fransa tarihine ve demokrasisine kara bir leke olarak sürüldüğü de dile getirildi. Fransa’nın demokrasi ve özgürlük anlayışındaki çarpıklık da hükümet yetkilerince dile getirildi.
Bakın, dönemin Başbakanı Erdoğan, Fransa Parlamentosu’nun Ermeni soykırımını inkarı suç sayan yasa tasarısını kabul etmesiyle ilgili şunları söyledi:
“İnanıyorum ki sizler de özgürlük ve demokrasi yolunda bir mücadeleden yanasınız. Ama bu özgürlük mücadelesini dünyada hala anlamayanlar var. Özgürlük mücadelesini anlamada, maalesef bir akıl tutulmasına, ne yazık ki şu anda akıl tutulması girdabına girmiş olanlar var. İşte Fransa’daki siyasetçilerin bir kısmı ne yazık ki buna tutuldu. Fransa ifade özgürlüğünde geri adım atmıştır.
Kimse birbirine karşı sorumsuz değildir. Herkes birbirine karşı sorumluluğunu bilecek, Fransa da Türkiye de. Şimdi, ürünler boykot ediliyor. Ürünleri almayalım, şöyle yapalım, böyle yapalım. Biz sakin olacağız. Biz, attığımız adımları bilerek atacağız. Ürün alıp almamak ne götürür, ne getirir. Acaba kurbağayı ürkütür mü, ürkütmez mi?
İktidarımız inşallah, bu konuyla ilgili atılması gereken adımları, bütün siyasi platformlarda da, anayasal, yasal platformlarda da, ülkemiz de ve ülkemiz dışında atıyor, atmaktadır. Bundan hiç endişeniz olmasın.” (12 Ekim 2006)
***
Yaklaşım böyleydi. Bu itidalli yaklaşım ve arka planda yürütülen kamu diplomasisi sayesinde Fransa ile Türkiye arasındaki kriz çok fazla büyümedi. Sonuç. Bütün seçim kampanyası boyunca “Beni seçerseniz ilk işim yasa tasarısını kanunlaştırmak olacak” diyen Sarkozy evet, Cumhurbaşkanı seçildi. Ancak o yasa tasarısı Fransa’nın gündeminden uzunca bir süre kalktı.
Dahası Sarkozy, Türkiye’nin AB üyeliğine en karşı isimlerden birisi olmasına rağmen, Cumhurbaşkanlığı döneminde kamuoyu önünde, basın demeçlerinde çok fazla Türkiye karşıtı açıklama yapmadı.
Fransa Parlamentosu’ndan geçen ve Sarkozy’in ‘hemen yasalaştıracağım’ vaadinde bulunduğu tasarının o dönemde rafa kalkmasında ve Sarkozy’nin Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemese dahi fasılların açılmasına engel olmamasında elbette eski Başbakan ve Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu’nun danışmanlık yaptığı dönemlerde uygulamaya koyduğu bir formül ve stratejik adımlar ve hamlelerin büyük katkısı var.
Ahmet Hoca, Türkiye’nin AB üyeliği için anahtar ülke konumunda olan Almanya ve Fransa arasında bir diyalog mekanizması kurulmasını sağladı. Bu mekanizma sayesinde liderlerin danışmaları daha sık bir araya gelerek, ön görüşmeler ve toplantılarla çıkması muhtemel fikir ayrılıklarının önceden halledilmesini sağlayacaklardı. Yani, ülkeler arasında daha sıcak dostane ilişkilerinin kurulması için gerekli zeminin oluşturulacaktı.
Bu bağlamda Ahmet Davutoğlu, seçilmesine kesin gözüyle bakılan Nicholas Sarkozy’in dış politika danışmanı olan Jean David Levitte ile görüşme trafiğini başlattı.
Gündemdeki yasa tasarısının yasalaşması durumunda Türkiye Fransa ilişkilerinin nasıl olumsuz etkileneceği anlatılarak tasarının ertelenmesi konusunda uzlaşıldı.
Dahası Sarkozy ve Erdoğan kamuoyu önünde birbirleri hakkında olumsuz bir demeç vermeyecekleri, bir sorun olursa karşılıklı konuşulacağı hususunda bir anlaşmaya varıldı.
Fransa Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyecek bir açıklama yapmayacaktı, ama karşı olduğunu söyleyecek bir açıklama yapmaktan da kaçınacaktı, ancak fasılların açılmasını da engellemeyecekti.
Devam edeceğiz...