Sedat Anar’ın santuru
Santuru galiba ilk defa Ruhi Ayangil’den dinlemiştim. Kanuna benzeyen ve tellerine özel çubuklarla (zahme) vurulmak suretiyle çalınan bu kadim sazın kendine has bir tınısı vardır ve dinleyenlerde mistik duygular uyandırır. Musiki tarihimizde Ali Ufkî Bey’den sonra Santurî Edhem Bey, Ziya Santur, Zühtü Bardakoğlu, Hüsnü Tüzüner ve Ruhi Ayangil dışında öne çıkmış santurî yok. Ancak son zamanlarda sokak müzisyenlerinin santura özel bir ilgi gösterdiklerini biliyoruz. Sokak müzisyeni deyip geçmemek lazım. İçlerinde Sedat Anar gibi gerçekten hem icracı hem bestekâr olarak büyük başarılara imza atmış olanlar var.
İlk defa Kubbealtı Kültür ve Sanat Vakfı’nda dinlediğim ve çok sevdiğim Sedat Anar’ın 1988 yılında Halfeti’de başlayan renkli ve mücadelelerle dolu hayatını öğrenmek için Sokaknâme: Bir Sokak Müzisyeninin Kaleminden (İletişim Yayınları, 2018) isimli kitabı okunmalıdır. Bu kitabı okuduktan sonra Ankara ve İstanbul sokaklarında, metro istasyonlarında vb. sanatlarını icra ederek geçinmeye çalışan sokak müzisyenlerine başka bir gözle bakmaya başlıyorsunuz.
Sedat Anar’a göre, Fatih Akın’ın 2006 yılında gösterime giren İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek isimli filminde sokak müzisyenliğine yapılan vurgu hem sokak müziğinin hem de “çok güçlü sesiyle münhasıran sokak için yaratılmış” bir saz olan santurun tanınıp yaygınlaşmasını sağlar. Siyasiyabend, Kara Güneş, Alatav, Light in Babylon, Samsara İstanbul ve Masala gibi sokak gruplarının vazgeçilmez çalgısı artık santurdur.
* * *
Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nü üçüncü sınıfta terk ederek Ankara sokaklarında 2007’den itibaren hem mafyayla hem de işgüzar belediye zabıtalarıyla amansız bir mücadele vererek tam sekiz yıl sokak müzisyenliği yapan Sedat Anar, maddi problemlerine rağmen, Doğu çalgılarını, özellikle santuru daha iyi öğrenmek amacıyla sık sık İran’a gitmiş ve önemli santurîlerle çalışarak bu sazda kendine has bir üslûp geliştirmeyi başarmıştır. Belâgat isimli ilk albümünü 2013 yılında çıkaran Anar’ın diğer albümleri şunlar: A’mâk-ı Hayal (Kalan Müzik, 2014), Âşık Ölmez: Yunus’un İzinden (Kalan Müzik, 2015), Çağırıram Dost (Kalan Müzik, 2015), Ehl-i Beyt Besteleri (Ahenk Müzik, 2016 -Türkiye Yazarlar Birliği 2016 Yılın Müzisyeni Ödülü-), Ayrı Dilden Aynı Gönülden (Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2016), Osman Kemali Baba Besteleri (Ahenk Müzik, 2017), Suyun Ayak Sesi (Ahenk Müzik, 2018), Santur (Kalan müzik, 2019).
Bu albümlerin isimleri, Sedat Anar’ın tasavvufa çok özel bir ilgi duyduğunu gösteriyor. Sadece Türkçe değil, “Âşık Garip Coğrafyası”nda kullanılan diğer dillerde de şarkılar söyleyen Anar’ın albümlerinden birinin ismindeki mesaja da dikkatinizi çekmek isterim: Ayrı Dilden Aynı Gönülden.
* * *
Sokaknâme isimli kitabıyla aynı zamanda iyi bir yazar olarak karşımıza çıkan Sedat Anar’ın hayatına yepyeni bir anlam kazandıran santuru çalmakla yetinmediğini Beykoz Belediyesi tarafından kısa bir süre önce yayımlanan Santurnâme adlı kitabından anlıyoruz. “Geçmişten Günümüze Santurun Hikâyesi” alt başlığını taşıyan ve bol “görsel” kullanılan bu kitabı okuyarak santurun kadim zamanlara uzanan tarihini, meşhur santurîleri, santurun yapısını ve tekniğini, sokak müzisyenliğindeki yerini, Türk ve İran edebiyatlarındaki yansımalarını öğrenmek mümkün. Santur meraklıları, Anar’ın kitabında zengin bir santur bibliyografyası bulacak, Türkiye, İran, Hindistan ve Amerika’da yayımlanmış santur albümleri hakkında da bilgi edinecekler.
Musikiye ilgi duyan okuyucularıma Sedat Anar’ın isimlerini zikrettiğim kitaplarını ve albümlerini tavsiye ediyorum.
DOĞALGAZ MÜJDESİ VE KARİYE CAMİİ
Karadeniz’de üç yüz yirmi milyar metreküplük bir doğalgaz kaynağı keşfedildiği müjdesi, hakikaten bu ülkeyi seven herkesi sevince boğdu ve gelecekle ilgili ümitlerimizi canlandırdı. Türkiye’nin asıl mânasında “tam bağımsız” bir ülke olmasının önündeki en büyük engel olan enerji bağımlılığından kurtuluşumuzun ilk adımı olması bakımından tarihî bir önem taşıyan bu keşifte imzası bulunan herkesi tebrik ediyor, devamının gelmesini bütün kalbimle temenni ediyorum.
Bu büyük müjdenin gölgede bıraktığı önemli bir haber de Kariye Camii’nin yeniden ibadete açılmasıydı. 1948 yılında bir Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürülen Kariye, Bizans döneminde Khora ismini taşıyordu ve mozaiklerle, fresko resimlerle bezenerek Hz. İsa’ya adanmış bir kiliseydi. Fetihten sonra, Sultan II. Bayezid devrinde Atik Ali Paşa tarafından camiye çevrilinceye kadar kullanılmadı. İsmi, Semavi Bey’in verdiği bilgiye göre, yerleşim yerinin dışını, taşrayı ifade ediyordu. Atalarımız aynı anlama gelmek üzere Karye kelimesini bu kiliseden dönüştürülmüş camiye isim olarak uygun gördüler. Karye, köy anlamına gelmektedir.
Kariye’nin camiye çevrilmesi dolayısıyla televizyonlarda verilen haberlerde bazı spikerler kelimenin ilk hecesini uzun, bazıları kısa telaffuz ediyorlar. Eğer Kariye gerçekten karye’den geliyorsa kısa okumak gerekir. Eski İstanbul haritalarına baktım; kaf, ayın, rı, ye ve he harfleriyle yazılmış: Ka’riye. Ayın harfini telaffuz edemediğimiz için ilk hece uzun okunabilir. Kısacası bana iki telaffuz da yanlış değil gibi geliyor.
Bu kısa yazıyı merhum Semavi Eyice’nin DİA İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı Kariye Camii maddesindeki şu cümlelere dikkatinizi çekerek noktalamak istiyorum:
“Bu tarihî eserin 450 yıldan beri cami olarak kullanıldığı düşünülmeksizin içindeki bütün teberrükât eşyası kaldırılmış, ahşap minber Zeyrek Kilise Camii’ne taşınıp buranın orta bölümüne konulmuştur. Bizans Enstitüsü, binayı restore ettikten ve mimari bakımdan etraflı bir incelemesini yaptıktan sonra Kariye Camii Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı olarak ziyarete açılmıştır.”