Sırada başka ‘cemaat’ler mi var?
Adnan Oktar teşkilatına yönelik operasyon, muhafazakar yorumcuları ikiye böldü.
Bir kısmı endişeli. Cemaat ve tarikatlar için sonun başlangıcı olduğunu düşünüyor. Bu soruşturmaya altyapı hazırlığı gibi bakıyorlar. Başka dini yapılara vurulacak neşterin meşrulaştırılması için planlandığından şüpheleniyorlar.
Diğer bir kısmı ise sevinç ve heyecan içinde, memnuniyet verici buluyorlar. Onlara göre, yoldan sapanlar için tasfiyenin habercisi. Devlet karar verdi, milli ve yerli cemaatlere dokunulmayacak ama gayri milliler temizlenecek, mis gibi olacak.
İkisi de aynı kapıya çıkıyor. Cemaat ve tarikatlara müdahale edilecek...
Fakat iki yorum da yanlış bir varsayımdan kalkıyor.
Endişeli bir bekleyişe gark olanların atladığı şu; hedefin tüm cemaatler olduğunu düşünmek için Oktar şebekesini de bir cemaat kabul etmek gerek.
O maskenin arkasına saklanarak saman altından su yürüten bir yapıya, sırf kendine ‘cemaat’ süsü veriyor diye cemaat muamelesi yapılabilir mi?
***
Sivil toplum yapılarını, devletin baskı ve tasallutlarına karşı korumak, doğru bir duyarlılık. Devlete, bu alanı kendine göre şekillendirme, uygun görmediklerini tasfiye hakkı tanınamaz.
Hele ‘yaşasın, muhafazakar muhalefet tasfiye ediliyor’ diye çığlık atmak, buna da ‘milli güvenliğe tehdit oluşturuyorlar’ gibi kılıflar bulmak ciddi bir sakatlık.
Zararlı akımlara, yıkıcı cereyanlara, iç tehdit ve düşman tanımlarına dayalı ‘polis devleti’ kafasını AK Parti değiştirmişti. Kırmızı Kitap’taki o sivilleşme reformları geri mi alınacak, gizli anayasayla toplumu yönetmeye geri mi dönülecek yani?
Millilik kriterine uymayanlar tasfiye edilecek diye sevinçle karşılayanların açmazı da burada. ‘İrticai hareket’ yaftasıyla devletin hışmına uğrayan kesimlerden geldiklerini unutmuşa benziyorlar.
Bir şeyi daha unutuyorlar; Adnan Oktar ekibi cemaatçilikle suçlanmıyor, çetecilikle suçlanıyor, ‘suç makinesi’ kurdukları iddiasıyla soruşturuluyor.
***
Peki bu kafa karışıklığı neden derseniz...
Her iki yorum da suçlamalar arasındaki ‘dış bağlantı’, ‘ajanlık’, ‘dinler arası diyalog’ gibi afaki ve zorlama maddelerden çıkarılıyor.
Devlet, kutsalı istismar ederek halkı soyan, din bezirganlığı ve inanç dolandırıcılığı yapan kaparozculara göz açtırmasın tabii.
Siyasileşerek ve ticarileşerek mutasyon geçirenlerin, din ve ibadet özgürlüğünü kötüye kullananların savunulacak tarafı yok.
Sivil dini yapıların faaliyetleri, amaca uygunluk açısından mutlaka denetlenmeli, bu alan mutlaka şeffaflaştırılmalı.
Ama somut bir suça bulaşmadıkça...Muhalif mi değil mi, milli mi gayri milli mi gibi kriterlere vurarak üstlerine polisle gitmek, olacak şey değil.
Mahkeme, kanuni mi değil mi diye bakar, ilahiyatçı gibi sapkın mı değil mi diye değil.
Diyanet ve ilahiyat camiası, hurafe ve batıl inançlarla fikren mücadele etsin, etmediği kabahat. Fakat devlet, inançlar üzerinde doğruluk tekeli de kurabilsin mi? Soru budur.