‘Sinema Mars’tan büyüktür’ yazsak mı şuraya!
Film dağıtım pazarında lider bir firma, yaygın bir salon zincirini alarak gösterim işine de girerken uyaranlar oldu. Anti-kartel yaptırımı isteyenler oldu. Ama dinleyen yetkili olmadı.
8 yıl önce başladığı yerde tartışma, bir arpa boyu yol alınmış değil.
Tek fark, tadının iyice kaçması. O gün dikkat çekilen tekelleşmenin bugün kekremsi sonuçları yaşanıyor sadece.
Mars Cinema ile yapımcılar arasında film koptu. Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Mahsun Kırmızıgül gibi güçlü markalar, hep birlikte diş göstermek zorunda kaldı Mars’a.
Film gösterimlerini ertelediler, boykot silahını çektiler, alternatif salon ve dağıtım ağına yönelmeyi gündeme getirdiler, oynamadıkları koz kalmadı.
Fakat bana mısın demedi Mars. Kendi şartlarında çalışmaya devam etmeyi dayatıyor.
Onlar çekmezse gösterilecek filmi çekeni bulma, gerekirse yeni bir Cem Yılmaz çıkarma tehdidiyle dahi karşılık verdiler.
Tok konuşuyor şirket, tepeden bakıyor. Sakala da bıyığa da minneti yok. Çünkü eli güçlü, sektöre hakim, gözardı edilemeyecek kadar büyük ve bunun farkında.
Yapımcıları kendisine mecbur, mahkum gören bir tekel ne yaparsa onu yapıyor. ‘Kuralları ben koyarım siz uyarsınız’ diyor. Ve piyasa şartları dışında bunu önleyecek bir müdahale imkanı bulunmuyor.
‘Yapımcılar da az kazansın canım, haklarından fazlasını istiyorlar, aç gözlülük yapmasınlar’ havası estiriyor tekelciler. Hak verdiğiniz anda zokayı yutarsınız.
Çünkü mesele Yılmaz Erdoğan’la Cem Yılmaz’ın gişeden ne kadar götüreceği, kimin bilet başına kaç para kaldıracağı değil.
Mesele, hasılat kırışımından kaynaklı bir kar paylaşım kavgası da değil.
Mesele, dağıtım ve gösterim ağının tekelleşmesi, yerli sinemanın kaderinin bir tekelin iki dudağı arasına sıkışması ve bu tekelin gözünü kar hırsının bürümesi.
Size yani seyirciye bilet fiyatından daha pahalıya patlıyor bu da.
Bütün salonları gişe filmleri kapatıyor. Bol köpüklü, içi boş eğlence filmleri. Nitelikli işler, yer bulamıyor ki gösterime girsin.
Erişim hakkınızın ön elemeyle engellenmesi, seçeneklerinizin sunucu tarafından sınırlandırılması, çoktan seçme özgürlüğünüzün sansüre uğraması demek bu.
Neler kaçırdığınızı bile bilemiyorsunuz çoğu kere...
En son İsmail Güneş’in başına gelmişti. Ermeni tehcirini anlatan filmi ‘Kervan 1915’ ortada kaldı.
Oysa arkasında 3 yıllık muazzam bir emek, yüz akı bir prodüksiyon ve harcanmış büyük bir bütçe vardı.
Ucuz propagandaya, türlü istismara, ilgi şaklabanlıklarına başvurmadığı için ticari bulunmadı, işletmeciler salonlarını açmaya değer görmedi.
Dağıtım şebekesinden ambargo yedi ve doğru dürüst gösterilmeden gösterimden çekildi.
O gün tekelleşmeyi tek başına protesto ettiğinde, bugünkü boykotçular İsmail Güneş’le dayanışmaya girseydi belki sıra onlara gelmeyecekti.
Trend, her alanda tekelleşme...Bugün sessiz kalanların da boğulma hissiyle çaresizce çırpınacağı bir yarın gelecektir.
Hazır, küresel tekellere karşı ‘dünya beşten büyüktür’ mücadelesi veriyorken, bir adet ‘Sinema Mars’tan büyüktür’ sloganı da çizsek mi bari şuraya!