Öp başına koy böyle muhalifliği
Polisiye yazarı Ahmet Ümit’i zaten beğenirdim, edebiyatçılığına laf yok. Ama şimdi ‘mahalle baskısı’na aldırmayışını da görünce hayranlığım bir kat daha arttı.
Dünkü Sabah’ta röportajı çıktı, muhalifliğin illa iktidarın altını oymak olmadığını söylüyordu.
‘İktidar kaybetsin de Türkiye ne kaybederse kaybetsin’ anlayışının eleştirisi diyelim.
Körü körüne iktidar destekçiliği ülkeye nasıl zararsa, körü körüne iktidar karşıtlığı da elhak öyle...
Kendisini bekleyen ‘majestelerinin muhalefeti’ gibi karalamaların, ‘makbul muhalif’ gibi yaftalamaların farkında olmaz olur mu yazar!...
Yine de yıkıcı değil yapıcı bir muhalefeti savunuyor. Hadi bütün yıpranmışlığına rağmen o tabirle de tanımlayalım; ‘yerli ve milli’ bir duruş sergiliyor, ne derler diye sözünü esirgemiyor.
Hazır iktidar cephesinde de yapıcı eleştiriye alan açılmış; eleştiri düşmanca saldırı, dış güçlerin operasyonu ve ihanet suçu gibi gösterilmekten çıkmışken cuk oturdu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim sonuçları üzerine partisini eleştirilere kulak vermeye, seçmenin memnuniyetsizlik mesajını anlamaya, oy kaybı için ‘biz nerede yanlış yaptık’ diye düşünmeye, hatayı başka yerde değil kendinde aramaya, dönüp içine bakarak kendini düzeltmeye çağırmadı mı?..
Yeni Şafak’tan Hayrettin Karaman, Akit’ten Abdurrahman Dilipak, Star’dan Nuh Albayrak gibi isimler, AK Parti’ye esaslı eleştiriler getirmedi mi?
Kazanan taraf bile özeleştiri yaparken, muhalif kesimlerin kendi yaklaşımlarında hiç kusur bulmaması eksik kalırdı.
En büyük kusuru da Ahmet Ümit söylemiş oldu; eleştirirken iktidarı ötekileştirmek...
‘Yerli değil gayri milli, ecnebi aşığı, öz değerlerine yabancı’ söylemiyle muhalefeti ha bire ‘ötekileştiriyor’ diye iktidardan yakınanların, iktidara karşı ötekileştirici bir dil kullanması, nefret söylemlerine savrulması büyük çelişki.
Ahmet Ümit, yerden göğe haklı yani. Umalım, ötekileştirici tribün kızıştırma şovları karşılıklı son bulsun.
H H H
Fakat, dışarıda da kitapları satan yazarımızın “Ülkemi yurt dışında hiç eleştirmedim” hassasiyetine katılmıyorum.
Yolu Mazlumder’den geçmiş, insan hakları mücadelesinde bilffiil yer almış biri olarak ben ve bugünkü iktidar kadroları çok eleştirdi. Ülkeme de çok faydası dokundu.
‘Avrupa standartlarıymış, insan hakları örgütleriymiş, demokratik hak ve özgürlüklermiş, şuymuş buymuş, herkes kendine baksın, kime ne kardeşim’ kafasından çok çektik.
Eskinin yasakçı statükosunun arkasına saklandığı argümandı bu.
Başörtüsü yasağı, düşünce ve ifade suçları, askeri vesayet filan hep bu içe kapanmacı ulusalcılıkla savunulurdu. Hep ‘ülkenizi gavurlara mı şikayet ediyorsunuz, devletinizi dünyaya kötüleyerek vatana ihanet ediyorsunuz’ diye mağdurların sesi kısılmak istenirdi.
Oysa hukuk sistemimiz, hak ve özgürlükleri, ne ülkelerin iç meselesi, ne de ulusal egemenlik konusu olarak tanımlıyor.
Bu alandaki kötüleşmeler dünya kamuoyuna mal edilmese, hak hukuk camiasının desteği alınmasa ne askeri vesayet geriletilerek yenilebilirdi, ne de dünün mağdurları bugünkü iyileşmeleri görebilirdi.
İnsan hakları mücadelesinin evrenselliğine çok şey borçluyuz yani, haksızlık etmeyelim.