Alın size FETÖ’yle mücadele karnemiz
Üstünden 2 yıl geçti, yarın 15 Temmuz direnişinin yıldönümü anılacak.
Fakat, FETÖ’yle mücadelenin neresinde olduğumuzu, ne kadar mesafe alabildiğimizi hala yargı ve polis verileriyle konuşuyoruz.
Açılan dava sayısı ne, yargılanan sanık kaç, verilen ceza ne kadar....Korkunç ihanetin yıldönümü muhasebesi, bu göstergeler üzerinden yürüyor.
Oysa tek yürek, iktidarı muhalefetiyle hep bir ağızdan ne deniyordu başlarda?
Bu, çözümü sadece yargıya bırakılamayacak bir felaketti, bu salt polisiye tedbirlere indirgenemeyecek bir hesaplaşmaydı...
Ancak çok yönlü bir eğitim ve aydınlatma seferberliğiyle kazanılabilecek bir savaştı bizi bekleyen. Yalnızca adalete havale edilerek başarılamazdı.
Tek tek sineklerin hakkından gelmekle bitmiyordu iş, terörle mücadelede aslolan bataklığı kurutmaktı.
Yani eleman ve para devşirme yöntemlerini, Allah ile aldatma araçlarını elinden almaktı.
Yani istismar ettiği dini cehaleti bertaraf etmekti.
Yani din hokkabazlığına dayanan iç yüzünü teşhir etmekti.
Yani bir daha kimsenin efsunlanmış gibi hipnotize olup kanmamasını, cinci ve üfürükçü şarlatanların ardında cemaat olup transa geçmemesini temin etmekti.
Yani tarikat müritliği adına kimsenin aklını ve iradesini inanç dolandırıcılarına teslim etmemesini, şeyhlik ve mehdilik iddiasındaki meczupların peşinden sürüklenmemesini sağlamaktı.
Yani halkı, bu gibi suret-i haktan görünerek göz boyayan şeytani yapılara karşı uyandırmak, gözlerini açıp bilinçlendirmekti.
Yani FETÖ’nün tekrar hortlamasını önlemek, yenilerinin çıkmasını engellemek için köküne kibrit suyu dökmek, yeşerdiği hurafe ve batıl inanç toprağını ıslah etmekti.
Peki sonuç?
***
Aradan geçen 2 yılda...
Dini faaliyetle siyasi faaliyeti ayırabildik mi?
Dini cemaat ve tarikatları şeffaflaştırabildik mi? Dini hizmet görüntüsüyle partizanlaşmalarını, siyasette ve devlette kadrolaşma hesapları yapmalarını sonlandırabildik mi?
Dinle imanı, bezirganların elinden alabildik mi?
Camiyle cemaati, inanç tacirlerinden, hurafe tüccarlarından temizleyip kurtarabildik mi?
Nasıl tehlikeli bir karışıma dönüştüğünü yaşayarak öğrendiğimiz halde, dini vaazla siyasi propagandayı birbirinden ayrıştırabildik mi?
Bu amaçla kaç roman yazıldı, kaç film çekildi, kaç oyun sahnelendi? Edebiyatçı ve sinemacılar devlet katında buna nasıl teşvik edildi?
***
Mücadelenin bilançosu böyle çıkarılır, polis adliye rakamlarıyla değil.
Polisiye tedbirlere kalacaksa, elimizde İstanbul’un doktoralı Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın eserinden daha anlamlı ne olabilir?
“15 Temmuz Kıyam(et) Gecesi” başlığıyla bir kitap yazdı ve kendi zaviyesinden dürüstçe bir muhasebeye girişip yıldönümü haftasına da yetiştirdi.
Onla kalmadı, kendi çapında FETÖ’cük olan başka bir suç makinesine de 15 Temmuz arifesinde neşter attı.
Fakat emniyet üstüne düşeni yaptı da...“Adnan Oktar’a İngiliz oyunu, Harun Yahya’ya algı operasyonu, A9 TV’ye komplo” gibi yaygaralara kolayca inanan safdiller çıkmasın diye ne altyapı hazırlığı yapıldı, toplum eğitildi mi?
Gerçek hayatın bire bir canlandırması gibi sunulduğu için, cengaver oyuncularından gündelik hayatta da aynı rolü tutarlıca sürdürmelerini bekleyen sadık dizi izleyicisi yetiştirildi, ona sınırsız kaynak bulundu da...
Bu sığ ve yanıltıcı propaganda dizilerinin yanına, ‘paranı bana yatırırsan Kudüs kurtulur, beni desteklersen ümmet ayağa kalkar’ martavallarıyla millet tokatlayan Çiftlikbank kahramanlarını ifşa edecek bir dizi konabildi mi?
Herkes notunu kendi versin, buyurun karnemizi doldurmaya.