Suriye: Nereden nereye?
Türkiye ile Suriye arasındaki sorun, bir, güvenlik kaynaklıdır, iki, sistemin demokratikleşmesi eksenlidir.
İlki, uzun süre Öcalan’a ev sahipliği yapmakla, Türkiye’yi tehdit eden terör örgütü PKK’ya barınak olmasıdır. Sonunda bir askeri harekat tehdidi ile Öcalan Suriye’den çıkarılmış, Yunanistan, İtalya derken Kenya’da CIA’nın yaptığı paketlemeyle Türk güvenlik güçlerine teslim edilmiştir.
İkincisi, Arap Baharı sürecinde diktatörlüklerin peşpeşe yıkılması sürecinde sıra, 50 yıldan beri özellikle Sünni halka kan kusturan Esed ailesi yönetimindeki Suriye’ye gelmiştir. Türkiye’nin Beşşar Esed nezdinde yaptığı dostane girişimler karşılık bulmamış ve Deraa’daki gösterilerle iş fiili çatışmalar noktasına gelmiştir.
Türkiye burada taraf olmuş, muhaliflerin yanında yer almıştır.
İlk zamanlar ABD ile paralel yürünmüştür. Sonra, “Esed’den sonra yönetime Mısır benzeri bir islamcı grup gelir” düşüncesiyle Obama ABD’si devreden çıkmış, Türkiye muhalefetin yanında, belki Suudilerle birlikte yalnız kalmıştır. Hem Suudilerle hem yalnız nasıl oluyor derseniz, Suudilerin gel-gitli tavırlarına bakmak gerekir derim.
Gerilim sürerken kısa süre içinde Esed’in yanında Rusya ve İran’ın hamleleri devreye girmiştir.
Denklem şudur:
Bir taarfta Türkiye ve dağınık muhalif gruplar, diğer tarafta Esed (yani rejim) Rusya ve İran.
ABD’nin öncülüğünde oluşan ve 63 ülkenin katıldığı farzedilen koalisyon güçleri ise, misyon olarak DAEŞ’le mücadeleyi seçtiği için Esed karşıtlığı gibi bir misyondan uzak kalmışlardır.
Burada ilginç olan durum, BM nezdinde de Esed yönetiminin “meşru” kabul edilmesi ve de facto durumlara rağmen, Suriye’de askeri varlık bulundurmanın Şam’ın kararına bağlı olarak meşru-gayrı meşru sayılmasıdır.
Rusya ve İran’ın varlığı Esed’in talebi ile meşrulaştırılmış...
Koalisyon güçleri kendinden menkul bir DAEŞ’le mücadele meşruiyeti oluşturmuş.
Türkiye ise güvenliği tehdit edildiği gerekçesiyle Suriye’de kuvvet bulundurma imkanına kavuşmuştur.
Son olarak İdbil’teki Türk varlığı, Rusya’nın girişimi ile Esed yönetimi tarafından meşru kabul edilmiştir.
***
Muhaliflerin baş kaldırması ile başlayan Suriye geriliminin ileriki safhalarında PKK’ya bağlı PYD oluşumu gerçekleşmiş, onun üzerinden Türkiye’deki çözüm süreci sabote edilmiş ve ABD, DEAŞ’la mücadeleyi PYD ile birlikte yürütüyorum gerekçesiyle Türkiye’ye yönelik bir tehdidi, besleyip büyütmeye yönelmiş, Türkiye’nin Suriye sınırı, PKK-PYD üzerinden bir kere daha Türkiye’ye yönelik tehdit odağı haline gelmiştir.
Bu defa bizim için Suriye sorunu, “rejim sorunu”ndan daha çok PKK-PYD tehdidi noktasına kaymış, bu oluşumun ardında da ABD bulunduğu için ABD ile yaşanan gerilim öne çıkmıştır.
Bir konu daha vardır ki Suriye olayı, o bakımdan da Türkiye için hayati sorun niteliği kazanmıştır: Mülteciler sorunu.
Neresinden bakılsa Suriye Türkiye için hayati bir sorundur.
Ama gelinen noktada PYD’nin tasfiyesi önemlidir. DAEŞ’le mücadele, Trump-Erdoğan görüşmesinin getirdiği yüktür.
Ama Suriye’de nasıl bir yönetimin oluşacağı konusu, bir hayli inisiyatif alanımızın dışında kalmıştır.
Belki en belirli şeylerden birisi Türkiye’nin PYD-PKK yapılanmasına hayat hakkı tanımayacak olmasıdır. Bu kazançtır. Gene de Esed’in ve Rusya’nın tavırları önemlidir. Uzun vadede Suriye’deki Türk varlığının -askeri - idari- ne olacağı belirsizdir.
Hangi tarz yönetimin Türkiye’deki 4 milyon Suriyeli mülteciye karşı nasıl hareket edeceği belirsizdir.
Aynı şekilde Muhalif hareketin -ki silahlı boyutu vardır- ne olacağı belirsizdir.
Rusya’nın Suriye’de baskın güç olacağı hususu da nettir.
Esed’in, Rusya’nın himayesi ile de olsa, bugüne kadar direnebilmiş olması ibretlidir. Bu mesele Türkiye dahil herkes açısından az gittik-uz gittik türünden bir hadisedir. Esed bir de, mesela Ömer el Beşir’in ara buluculuğu ile Arap Birliği’ne dahil olursa, değme keyfine denebilir.