Geç kalmışlık sendromu
Türkiye ve İslam dünyasının meselelerine gündelik gerilimlerle değil de, kalıcı perspektiflerle bakanlar, ana problemi görmekte gecikmiyorlar.
Dün iki mülakat okudum, ikisinde de böyle temel bir perspektif çabası vardı.
Birisi Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın Hürriyet’ten İpek Özbey’e verdiği mülakat, diğeri AYBÜ öğr. ü. Dr. Merve Seren’in Star’dan Fadime Özkan’a...
Kalın’ın mülakatı, “Barbar Modern Medeni” isimli yeni çıkan kitabı bağlamında gerçekleşmiş. Dr. Seren’in mülakatı ise, Türkiye’nin stratejik ilişkilerini irdeliyor.
Mustafa Karaalioğlu’nun dünkü yazısında benim “100 yılın muhasebesi ve eğitim” başlıklı yazıma atıfla, şu cümleler paylaşılmıştı:
“Gecikmiş işler var.
Dünya ile aramızda açılmış mesafeler var.
Gecikmiş işleri yapmak, açılmış mesafeleri kapatmak ve bu arada insan zayiatına izin vermemek.
Ben derim, bu işte biraz “Can havliyle” gayret etmek gerekiyor.”
İşte bu “Geç kalmışlık” problemini gördüm iki mülakatta ve farkedilmişliğin yaygınlaşmasından mutlu oldum.
***
Dr. Merve Seren, bunu şöyle ifade ediyor:
“Aslında savunma sanayii değil; bilim-teknolojide ve buna bağlı olarak Ar-Ge ve Ür-Ge yatırımlarında geç kalınmışlık yaşandığı kabul edilmelidir. Bu geç kalınmışlık siyasi konjonktür ve karar alıcı mekanizmayla doğrudan ilintili bir durum.” (Star, 26 kasım 2018)
İbrahim Kalın’da konu, daha medeniyet perspektifli bir noktaya evriliyor. Bu, doğru da bir davranış aynı zamanda. Çünkü benim yaptığım gibi konu “100 yıllık” belki daha öte bir muhasebeyi içeriyor. Ben de o başlıktaki konferansı sunarken, Osmanlı’nın çözülüş döneminin muhasebesini yaparak Birinci Dünya Savaşı sonrasına geldim.
İbrahim Kalın “Batı dışı toplumlar ‘medeniyet’le meydan okumayı zamanında göremedi mi?” sorusunu cevaplandırırken şunları söylüyor:
“Geç kaldılar. O tarihi sürece nerede, ne zaman müdahale edeceklerini tespitte zorlandılar. Karşılarında hiç tanımadıkları yeni bir güç vardı. İlk defa savaşan ordularının yanında bilim adamlarıyla, sanatçılarıyla, tarihçileriyle, eğitimcileriyle, hukukçularıyla gelip toplumu kategorize eden ‘Biz moderniz, biz ileriyiz, biz medeniyiz, siz henüz o noktada değilsiniz’ diyen yepyeni bir dünya ile karşılaştılar. Bu süreçte Türkler, İranlılar, Araplar, Çinliler bu meydan okumayı tam manasıyla kavrayamadılar. Çünkü pratik sorunlarla uğraşmak zorundaydılar. Avrupa büyük bir hamle yaparak, bu egemenliği ele geçirdi. Avrupalı olmayan toplumların bu tarihi süreci okumada büyük bir gecikme içinde olduklarını teslim etmek gerekir.”
Peki “Bugün durum ne?”
Bu soruyu cevaplandırırken İbrahim Kalın “Bugün Batı’nın medeniyet adına söyleyecek sözü tükendi” tespitini yapıyor. Ya alternatif bir medeniyet hamlesi?
Onu mesela İslam dünyası yapabilecek mi?
Kalın’ın cevabı “İslâm dünyası ise söyleyecek sözünü arıyor.” şeklinde. Arıyor yani.
Devamında da şunlar var: Batı’da özeleştiri geleneği güçlü bir şekilde devam ediyor:
“İslam dünyası da çok güçlü bir medeniyet geleneğine sahip olduğunun, neredeyse 1000 yıla yakın dünyada kültür, sanat, medeniyet, bilim, şehircilik adına en büyük eserlerin bu coğrafyada verildiğinin farkında. Ama şu anda kendi gerçekliği bundan çok uzak.”
Problem ne?
“Bir ufuk daralması yaşandı. Medreseler, çağın ihtiyaçlarını karşılayacak standartları yakalayamadılar. Kanaat önderleri dönüşümün hızını tam manasıyla kavrayamadılar. Kavradıklarında da iş işten geçmişti.”
İbrahim Kalın “İslam dünyası için ümit” sorulduğunda “savaşlar, terör, mezhep gerilimleri, iç sorunlar, cehalet, fakirlik…” gibi pek çok “kanayan yara”yı anıyor. “İslam Dünyası kendi geleneğini yeniden keşfetme gayreti içinde.” diyor, “Fakat çok başarılı olduğunu söyleyemem.” diyor. “İslam dünyası bir taraftan da bugünün dünyasını anlamaya çalışıyor.” diyor.
Ben derim, ümit her zaman vardır. Siz yüreğinizdeki enerjiyi tüketmemişseniz, iç didişmeleri bırakıp topyekün tırmanış duygusunu paylaşabiliyorsanız yolları açarsınız. Yoksa yüz yıl daha geçer “geç kalmışlığı” konuşuyor oluruz.