Afişler oy olsaydı
Afişler oy olsaydı İstanbul’da Murat Kurum mutlaka kazanırdı. Ya da televizyon reklamları oya dönüşseydi…
Bir direkte dört afiş. Erdoğan’lı Kurum’lu.. Erdoğan - Kurum, Erdoğan - Kurum, Erdoğan - Kurum… Boy boy. Yer gök afiş. Boğulursunuz diyeceğim ama, belli ki bu afişlemeyi yaptıranlar sandığın böyle bir boğulmanın içinden kazanılacağını planlıyorlar.
Öte yandan tv kanallarından benzeri görüntüler akıyor.
Devlet çalışıyor İstanbul’un ve 31 Mart’ın kazanılması için… Valisi, kaymakamı, jandarma komutanı, hatta din görevlisi ile…
Erdoğan’a doyulmuyor.
Bir mitingini 13 tv kanalı canlı yayınlıyor. Hem de bir günde iki şehirden peş peşe,,,
Daha çok Erdoğan, daha çok Erdoğan…
Erdoğan’a doyulmuyor.
Bu arada “Emeklilere istenen parayı verirsek kimseye para kalmaz” cümlesini bile Erdoğan söylüyor.
Erdoğan sempatisi hazmettirir diye düşünülmüş belli ki…
Bir de mesela Sivas’a, ya da Yozgat’a gelmişken oradaki et kuyruğu da ziyaret edilse ya…
Murat Bey, TOKİ mağdurları ile görüşmekten kaçınıyor. Bir de Kanal İstanbul ile ilgili sorulardan…
Kim bilir belki Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul’u ilçe ilçe dolaşmaya başladığında Kanal İstanbul ile ilgili bir şeyler söyler… Ya da “Kanal İstanbul’u mutlaka yapacağız” gibi bir afişleme yapılır.
Belli ki çok zenginler. Bu kampanyaya para yetmez diyesi geliyor insanın.
Her Erdoğan – Kurum afişi yerine bir fukara evceğize çay – simit, ya da gece yarısından et kuyruğuna giren 80 yaşındaki emekliye bir kilo et gönderilse…
“Kampanyaya para var, emekliye yok” diye afiş assa bir muhalefet partisi, muhtemel ki ilçe seçim kurulu indirme kararı verirdi.
Seçime giren başka parti var mı bu memlekette acaba? Dışardan gelen birisi herhalde bu soruyu sorardı sokaklara, caddelere baktığında… Tek parti hakimiyeti yansıyor sokaklara…
Zaman zaman “Erdoğan acaba ne düşünürdü bu durumda?” sorusunu soruyorum yazılarımda. “Memlekete, sokaklarına varıncaya kadar hakimiz, işte ispatı” gibi bir duygu mu acaba? “Bizi kim yenebilir?” gibi bir duygu mu?
Erdoğan’ın zaman zaman kürsülere taşıdığı “Biz millete hakim olmak için değil, hadim olmak için varız” sözü bir siyasetçi için ne güzel bir söz-dü. Şimdilerde sokaklarda nobran “hakimiyet” fışkırıyor. Hakimiz, hakimiz, hakimiz. O “Hatay’a hizmet geldi mi?” sözü de etiyle kemiğiyle “hâkimiyet” kokuyordu. “Buyruk” sözü de öyle kendi kendine çıkmaz insanın ağzından… İçselleştirilmiş “hâkimiyet”tir onun arkasındaki ruhi zemin.
Kim bilir belki de halk böyle okunuyordur Ak Parti ve Beştepe mutfağından… “Kitleler güçten anlar, gücünüzü daha çok hissettirin, rakipleri aşağılayın, küçümseyin, böcekleştirin, halkın içine çıkamaz hale getirin, duygusal olarak ezin!“ Bunlar denmiyordur kuşkusuz ama psikolojik alt zemin öyle çalışıyordur.
Eminim, “Biz kimiz?” diye başlayan tiradın arkasına bütün bir devlet ekleniyordur. En azından ahlâken tarafsız kalması gereken üniteleri dahil devlet… Bütün bir medya âlemi… 21 yıllık bir iktidarın kendisini bu psikolojiden kurtarması için çok çetin bir iç muhasebe yaşaması gerekir.
2019’da İstanbul – Ankara gibi bir kayıp yaşandı, onun verdiği siyasi öfke, 5 yıldır beslenerek devam ediyor. “Demokratik bir yarışta geride kalmışlık” değil yaşanan. “Biz nasıl kaybederiz?” duygusu var orada. O duygu da “hâkimiyet” duygusunun parçalanmasından doğuyor.
Buradan kütlelerin duygusunun üzerine abanma hamlesi doğuyor. Yeni bir “Asabiyyet” üretimine yöneliyor herkes. Kitleleri de bununla ateşleyebilir miyiz?
Acaba afişler bu duyguyu taşır mı kitlelere?
Yoksa insanlar “Ne oluyoruz, bu kadar abanma neden?” diye mi sorarlar?
Acaba insanlar nedir, nasıl karşılık verirler?
Bir deneme de yaşıyoruz bu seçimde… Bakalım sokakları fetheden afişler sandığı da fethetmeyi başaracak mı? Erdoğan’ın 21 yılın ardından girdiği seçimi hala böyle yüksek heyecanla – merakla yaşıyor olması da önemli bir deneme…