“Adalet özürlü” olarak mı gideceksiniz?
1. Sorunun bir parçası, Yargı’nın kendisine karşı kullanılmasıyla alakalı. Halkın yüzde 47 oyu ile yönetimde olduğu bir zamanda “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma” suçlaması ile kapatma davasına muhatap olması ve oradan yine aynı suçla suçlanarak ama “Hazine yardımının kısılması” cezasıyla benim ifademle “ipten dönmesi” bir travma idi.
2. Ergenekon – Balyoz davaları daha sonra bizzat iktidar cenahınca “Kumpas” olarak nitelenecekti. “Kumpas”ı, iktidar, “cunta örgütlenmeleri” kaygısıyla, o zaman “Cemaat – Camia” denen yapının Yargı’daki ve Emniyet’teki uzantıları ile birlikte yürütmüştü.
3. Bir kırılma, Gezi ile başladı. Ak Parti’nin Erdoğan yanı, (öyle diyorum çünkü başka türlü bakanlar da oldu yine Ak Parti bünyesinde) Gezi’yi “Hükümeti devirme girişimi” olarak okudu ve Yargıyı öyle yönlendirdi. O sancı AİHM’den döndü, AYM’den döndü ama, hep varıp siyasi iradenin duvarına tosladı. “Kavala ve Gezi Dâvâsı” olarak bilinen dosya, halen “Yargı sorunu”nun önemli bir boyutu olarak Türkiye’nin üzerine yüktür. Bir ucu AİHM’de olmak kaydıyla… (Abdülkadir Selvi’nin, MHP tarafından “kılıç artığı” şeklinde suçlanmak pahasına iktidar cenahından verdiği bilgilere göre şimdilerde Beştepe civarında “Bu yükten nasıl kurtuluruz?”un arayışları bulunmaktaymış.)
4. Bir kırılma, siyasi tarihimize “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü ile giren tavrın yansıması olarak Selahattin Demirtaş (ve bazı HDP’liler) şahsında yaşandı, yaşanıyor. Tayyip Erdoğan’a öyle seslenmeseydi, AİHM’de, AYM’de hak ihlali kararı verilmesine rağmen ve “Çözüm süreci”ni iktidarla birlikte yürüten Demirtaş hala 6-7 Ekim olayları gerekçe gösterilerek cezaevinde tutulur muydu?
5. 17-25 Aralık ve 15 Temmuz, Yargı’da sancının bir başka kaynağıdır. 17-25 Aralık’la iktidarın, o zaman “Cemaat-Camia” diye nitelenen yapının, devletin Yargı ve Emniyet içinde oluşturduğu “Paralel” unsurlarının en tepelere yönelik “Yolsuzluk iddiası” hamlesini püskürtmesi ile başlayan süreci kastediyorum.
Ardından 15 Temmuz geldi. Bu darbe girişimi artık “Cemaat – Camia” diye nitelenen yapıyı “Terör örgütü” diye ifadelendirme sonucunu doğuracak, bu da çok geniş kapsamlı bir mücadele süreci başlatacaktı. Peki bu “Terör örgütü” tanımlaması kimleri kapsayacaktı? İşte burada da Yargı’ya çok geniş bir “misyon” yüklendi ve yüzbinlerce insanın “Terör örgütü üyesi, yöneticisi, iltisaklısı, irtibatlısı” sonucu doğdu. Bu arada Yargı’da “FETÖ’cü” ayıklaması yapıldı ve yeni kadrolar da “misyon” ile yüklenerek devreye girdi. Aradan geçen 8 yılda, evet yüzbinlerce insan, kadın – erkek, farklı yargı kademelerinde, AYM’de, AİHM’de, cezaevlerinde…. “Adil yargı” arıyor. AİHM’de on binlerce “Türkiye dosyası” bu mesele ile ilgili.
6. Ve Sinan Ateş’in katli ile ilgili dosya… Sinan Ateş, Ülkü Ocakları eski başkanı idi ve yine Ülkü Ocakları çevresinden insanlar tarafından, devlet içindeki kimi elemanlarla işbirliği içinde sokak ortasında katledilmiş bulunuyor. Normalde “Şehit” ülkücülere yapıldığı gibi onun tabutunu dava arkadaşlarının, yani Ülkü Ocaklı ve MHP’li insanların omuzlaması lâzım. “Lider” Bahçeli’den de en destansı sözleri hak etmiş olmalı Sinan Ateş. Ama öyle olmadı. MHP cenahı sahiplenmedi Sinan Ateş’i… Gözler, iltisaklı pek çok isim bulunduğu için cinayet şüphelisi olarak “Ülkücü camia”ya yönelince de Bahçeli, grup kürsüsünden en sert tepkiyi gösterdi, o arada da “Tek bir ülküdaşımı ezdirmeyeceğim” cümlesini kurdu.
Soruşturma soruşturma, soruşturma… İddianame 16 ay sonra yazılabildi. Sinan Ateş’in ailesi, eşi, bütün makamlara seslendi. “Adalet” istedi. Ortaya çıkan iddianame, onların adalet beklentisine karşılık gelmiyor. Yargılama sırasında ne olacak, onda da kaygılar var belli ki…
Burada sorun, önemli ölçüde, MHP’nin, Cumhur İttifakı’nın Ak Parti’den sonra ana unsuru olmasında görünüyor. “İttifak, Yargı’yı etkiler mi?” diye sorsam, “Yargı bağımsızdır” cevabını alırım muhakkak, ama herkes de “Bizde bu iş başka türlü işler” kanaatini de saklı tutar.
Acaba Ak Parti cenahı, daha yukarda Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bahçeli’nin Sinan Ateş cinayeti ile ilgili tavrını nasıl okumuştur? Aralarında bu konu konuşulmuş mudur, tahmin etmem, (bu hissim yanlış da görülebilir) ama bazen konuşamamak da bir eylemdir. Çünkü bazen konuştuğunuzda da işin kimyası değişebilir.
Görülen şu ki, Sinan Ateş cinayeti, iktidar cenahında herhangi bir “siyasi cinayet”te oluşması gereken hassasiyeti kazanabilmiş değil. MHP, bir “Ülkücü”nün katledilmesi olayında göstermesi beklenen tepkiyi ortaya koymuş değil, sanki cinayeti olağanlaştırmış gibi duruyor, Ak Parti cenahı da orada MHP’yi rahatsız eden bir tavrın içine girmekten kaçınan bir görüntü sergiliyor.
Ne dersiniz, kocasının katillerini arayan ve dün CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i ziyaret edip davanın sağlıklı görülmesi için yardım isteyen Ayşe Ateş kaygılanmakta haksız mı? Acaba aynı çabayla Cumhurbaşkanı’ndan da randevu isteyen Ayşe Ateş, gerekli ilgiyi görebilecek mi?
Sahi memlekette yumuşama nasıl gerçekleşecek olabilir?