Görüşler

Veliyettin efendi bunları bilmiyor mu?

Veliyettin efendi bunları bilmiyor mu?

Yazar Ali Rıza Özdemir, Alevilerin arasında karşılık bulan önemli bir tartışma konusunu ele alıyor.

ALİ RIZA ÖZDEMİR

Veliyettin Hürrem Ulusoy, Hacı Bektaş Veli Dergâhının günümüzdeki postnişini. Hacı Bektaş Veli’den kaldığı için bu makam, Alevîler üzerinde güçlü bir etkiye sahip. Ancak Ulusoy, kendisinden önceki postnişinlere benzemiyor. Ulusoy, bazı icraatları ile makamı değil ama kendisini tartışmalı hale getirmiş durumda. Bunu çok nedeni var ama bu yazıda sadece birinden bahsedeceğiz.
2017 yılının Şubat ayında yaptığı bir açıklama var Ulusoy’un. Şöyle diyor: “İnanç boyutumuz çok eksik. Bunu seneler önce Almanya Federasyon başkanlığı döneminde Turgut’la da konuştuk. (…) Göçlerin sonucu olarak yolumuzu kaybettik.”
Ulusoy’un inanç boyutunu konuştuğu kişi Turgut Öker. Öker, Ali’siz Alevîliğin simge isimlerinden. 24 Mayıs 2015 tarihli bir haberde şöyle diyor: “Alevîliğin aslında Hz. Ali ile alakası yoktur. Alevîler takiyye yapıyor. Sünnî hegemonyasına karşı bu yola başvuruldu.” (Ki Ulusoy, Turgut Öker’i milletvekilliği adaylığında da açıktan desteklemişti.)

Alevîliğin inanç boyutunu, Alevîliği İslam dışında sayan biri ile konuşmak; herhalde bir şaka olmalı bu!!!
Veliyettin efendi devam ediyor: “Bugün cem adı altında cemler yapıyoruz ama ceme benzemeyen cemler yapıyoruz. Lisan olarak kirlendik. Kendi lisanımızı unuttuk. Komşu inançların lisanını kullanmaya başladık. Bakın size küçük bir örnek. Hakka yürüme erkânıyla ilgili vakfımızın bir çalışması vardı.”

Alevîler ve Sünnîler; en azından Hz. Muhammed, Kur’an-ı Kerim ve (bazı ayrılıklar olsa da) Ehlibeyt konusunda ittifak halindedir. Diğer taraftan her ikisi de Ehlibeyt sevgisinin ve sûfi/irfan hareketlerinin ağır etkisini taşır. Bu nedenle Alevîler ve Sünnîlerin (bazen içerikleri farklı doldurulmuş olsa bile) aynı kavramları kullanması doğaldır.

Diğer taraftan bütün kültürler, sürekli olarak etkileşim halindedir ve bu alışveriş doğal bir süreçtir. Bir kitlenin kullandığı kavramlara “kirli” demek doğru olmadığı gibi Alevîliğin dili de kavramları da yerli yerindedir. Alevîlik kendi kavramlarını ve anlam dünyasını koruyacak ve sürdürecek güce sahiptir. Bunu bozmaya çalışanlar çıkmamış mıdır? Çıkmıştır ve olacaktır.
Alevîliğin dilini “kirletmeye” çalışan çevrelerden biri Alevîlikte olmayan kavramları, var“mış” gibi gösterenlerdir. Mesela Alevîliğin yazılı ve sözlü kaynaklarında Ulusoy’un ifade ettiği “Hakka yürüme erkânı” diye bir erkân yoktur. Alevî terminolojisinde vefat eden kişi Hakka yürümüştür, bu doğru, ancak ölen kişi için kurulan erkân “Dardan indirme erkânı” adını taşır.

Bu durumda başkalarını suçladığı fiili, Ulusoy’un kendisi işliyor. İşte bir şaka daha…
Devam ediyor Veliyettin efendi:“Hakka yürüme erkânıyla ilgili vakfımızın bir çalışması vardı. Altmışın üzerinde erkân topladık. Bu erkânların hepsi birbirinin aynısı; sadece bir tanesi, Tahtacıların erkânı Alevîceydi. Öbürleri hem lisan yönünden kirliydi hem de komşu inancın yani Sünnî inancın etkisi altında kalınmış erkânlardı.”

Yazık ki, bu açıklamalar da kendi içinde çelişkili ve Alevîliğin gerçekleriyle örtüşmüyor. Şöyle ki: Alevîlikte “yol” ve “sürek” kavramları vardır. Yol, bütün Alevî ocaklarında ortak olan inançları ifade eder. Yani çatı bir kavramdır “yol” Alevîlikte. Sürek ise, Alevî ocaklarındaki yerel uygulamaların adıdır. Bu nedenle Alevîlerde; “Yol bir, sürek bin bir” diye meşhur bir söz vardır.
Ulusoy’un ifadelerinden anlaşıldığına göre; altmışın üzerinde Alevî ocağının uyguladığı erkân Alevîce değil, Alevîce olan sadece Tahtacıların erkânı. Neye, kime göre Alevîce veya değil bu erkânlar? Altmışın üzerindeki Alevî ocağını, yanlış yapmakla itham etmek değil midir bu?

Peki, bu uygulama, “Yol bir, sürek bin bir” düsturuna uyuyor mu? Veliyettin efendi hangi kaynağa dayanarak altmışın üzerindeki ocağın erkânını Alevîce bulmuyor? Cevabı net: Ne kadar Sünnîlik dışıysa o kadar Alevîce!!! Kendi kimliğini başka bir kimliğin tersi ile tanımlamak: Bu da yazının bir diğer şakası…

Veliyettin efendiyi dinlemeye devam ediyoruz: “Bakın cenaze namazı diye bir şey bulamazsınız. Hiçbir yerde bulamazsınız. Sünnîlik açısından baktığınızda namaz olması için secde olması şart. O da yok. Cenaze namazı diye bir şey yok. Bizim inancımızda yok. Sazla sözle deyişle düvazla nefesle devriyeyle biz hazırladık Hakka yürüme erkânını.”
Ulusoy’un bu sözlerinde birden çok hata var.

Birincisi, Alevîlikte cenaze namazı vardır. Yoktur, diyen doğruyu söylememiş olur. Hele ki, hiçbir yerde bulunamadığı iddiası büsbütün gülünçtür ama bunu Hacı Bektaş Ocağı postnişinin dilinden duymak dramatiktir.
Veliyettin Hürrem Ulusoy’un kendi ocağından sadece iki örnek verelim ki, o da öğrensin.

Ulusoy’un (postnişinlik yaptığı ocağa adını veren kişi Hacı Bektaş Veli’dir ve onun adına yazılı bir Velayetname vardır. Şöyle anlatılıyor Velayetnamede: “Saru İsmail, su döktü, yüzü nikaplı er yıkadı. Yanındaki hulle donlarını kefen etti, kefenledi, tabuta koydular. Alıp musallaya götürdüler. Boz atlı er, öne geçti, imamlık etti. Erenler, yetmiş saf olup uydular. Namazı kılındı, götürüp mezarına gömdüler.” Yani Hacı Bektaş Veli’nin öğrencileri onun cenaze namazını yetmiş saf halinde kılmışlar ama Veliyettin efendi, üzerine basa basa “Hiçbir yerde bulamazsınız”, diyor…

Hacı Bektaş Ocağının zirve isimlerinden Hamdullah Çelebi’nin (1775- 1827) cenaze törenini ise şöyle anlatılmaktadır: “Şeyhin Hakk’a yürümesini duyan ahali kalabalık toplanmış gelmiş. Fakat defin işine yardım etmek, cenazede bulunmak bile suç olduğu halde kalabalık ahali cesedin yıkanmasında, kefene sarılmasında, namazını kılıp defin işinin yapılmasında, umulmadık kalabalık çekinmeden görevini yapmıştır.” Demek ki, yasak olmasına rağmen, Hamdullah Çelebi’nin cenaze namazını kılmış sevenleri… Veliyettin Efendi; “Cenaze namazı diye bir şey yok. Bizim inancımızda yok” dese de, durum tam tersi.

Buna daha çok güleceksiniz: Yukarıda aktardığımız satırların bulunduğu kitabın basılması için Veliyettin efendi, her türlü maddi ve manevi himmette bulunmuş. Komik değil mi!

İkincisi, başkasının inanç ve ibadetleri hakkında işin uzmanı olmadan konuşmak doğru değildir. Biz Alevîler yıllardır bunlardan muztaribiz. Sünnîlerde namaz nasıl olur veya olmaz, Sünnîleri ilgilendiren bir konudur. Elbette konuyu bilimsel ve akademik çerçeveden ele alan bilim insanları vardır ve olmalıdır. Ancak daha Alevîliğin kaynaklarına hatta kendi himmeti ile basılan kitapların içeriğine hâkim olmadığı anlaşılan birinin, başka bir inanç grubunun ibadetleri konusunda yorum yapması gülünç değil midir?

Alevîlikteki cenaze hizmetlerini anlamak için Alevîlikteki 4 Kapı 40 Makam sistemini (Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat kapıları) bilmek gerekir. Alevîlikte cenaze hizmetleri, bu sisteme göredir ve iki aşamalıdır. Özetleyelim.

Birinci aşama: Hem Şeriat kapısında hem de diğer kapılarda Şeriat kapısında yapılan uygulamalar yapılır. Hakk’a yürüyen kişinin bedeni yıkanır, abdest verilir, kefenlenir, musalla taşına götürülür. Dört veya beş tekbirli cenaze namazı kılınır. Mevta defnedildikten sonra lokmalar (kansız kurbanlar) dağıtılır. Namaz hariç bütün aşamalarda Türkçe dualar, gülbankler, deyişler, düvazlar (şiir olarak) okunur.

İkinci aşama: Tarikat kapısında uygulanmaya başlanır. Bu merasim Dardan indirme erkânı olarak adlandırılır. Musahipli, ikrârlı, görgülü, sorgulu kişiler için yapılan bu erkân, tercihen definden 7 veya 40 gün sonra yapılır. (Bazı yörelerde cenaze defnedilmeden önceki gece de yapılır.) İşte saz çalıp deyiş okumak, sadece bu erkânda uygulanır. Bu erkânda semah hariç, cem erkânında yapılan on iki hizmetin tamamı yerine getirilir. Hakk’a yürüyen kişinin toplumdan rızalığı alınır. Ulu Divan’a borçsuz uğurlanır.

Bakmayın başından beri şaka dediğime. Şaka yok bu yazıda. Aslında acı acı gülüyorum bu satırları yazarken. İçim kan ağlıyor. Postnişinlik makamı ulu bir makamdır. Hünkâr’ın makamıdır. Hakkını vermek, o makama layık olmak gerekir. Hakkını tam olarak veremiyorsanız da, en azından makama zarar vermemek gerekir.

Bir insan her şeyi bilemez. Bu doğaldır. Ama bilmediği konuda ahkâm kesip yanlış bilgi vermek, hatta yanlış/köksüz uygulamalar geliştirmek kabul edilemez. Bundan daha da kötüsü, bütün uyarılara kulak tıkayıp hatasında ısrar etmektir. Daha önce aynı aileden Hüseyin Hürrem Ulusoy, yapılan yanlışlıkları bir dilekçe ile kendisine ulaştırmış, sonuç alamamıştı. Dilekçenin kamuoyu ile paylaşılması da sonuç vermemişti. Ulusoy ailesinden bu yanlışlıklara itiraz eden başka kişiler var mı, yok mu bilmiyorum. Ama sessizlik, bu yanlış işlere ortak olmaktır, bunu biliyorum.

Umarız Veliyettin Ulusoy, kendisine yönelik uyarıları dikkate alır ve hatalarında ısrar etmez. Haricîlerle işbirliğine bir son verip atasının yoluna sadık kalır. “Umudun var mı”, derseniz. Yok, ancak uyarmak boynumuzun borcu...

18-12/28/ahmet.jpg

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir