Antalya Bilim Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, Trump ile AB liderleri arasındaki krizin damga vurduğu G7 Zirvesi’yle ilgili değerlendirmede bulunuyor.
Kanada’nın ev sahipliğinde gerçekleştirilen G-7 zirvesi Batı dünyasının yaşamakta olduğu varoluşsal krizleri bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Zirve toplantısına adeta rica minnet katılan ve zirve sonrası açıklanan metni imzalamayan Trump bir ilke daha imza attı. En gelişmiş yedi Batılı ülkenin 1975’den bu yana düzenledikleri G-7 zirveleri dünya siyasetinin gidişatına dair önemli ipuçlarını barındırıyor. Zenginler kulübü olarak bilinen bu platform enformel yapısına rağmen ne zaman toplansa bütün gözleri üzerinde topluyor. Bu sefer de böyle oldu. Ama bu sefer biraz tersten. Bu tarz zirve toplantılarının giderek anlamsız olmaya başladığı, hiç bir ciddi kararın alınamadığı, liderlerin ilginç fotoğraf kareleri vermelerinin ötesinde dişe dokunur hiç bir politikanın benimsenmediği bir kez daha görüldü. Müzakereler sırasında Alman Başbakanı Merkel’in Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Japonya Başbakanı Abe’nin arasında masaya eğilmiş karşısında oturan ABD Başkanı Trump’a bir şeyler anlatır halini gösteren fotoğraf karesi uzun süre hafızalardan silinmeyecek. Batının içine düştüğü çaresizlik ve görüş ayrılıkları bundan daha güzel nasıl ifade edilebilir ki? G-7’nin giderek anlamsızlaşıp yerini temsil kabiliyeti daha yüksek platformlara bırakma sureci aslında yeni değil.
Kanada’daki G-7 zirvesi açıkça gösterdiki artık tek sesli bir Batı yok. Trump Amerikası post-liberal dünyaya çoktan yelken açtı.
Soğuk Savaş’ın bitimiyle Rusya’yı da aralarına alan Batılı ülkeler Kırım’ın işgali sonrasında Rusya’yı 2014 yılında üyelikten çıkardılar. Kanada zirvesinde Trump Rusya’nın üyeliğe geri alınmasını önerse de diğer üyeler buna itiraz ettiler. 2008 dünya finansal krizinden sonra G-7 önemi kaybetmeye başladı. Aralarında Çin, Hindistan, Brezilya, Endonezya ve Türkiye gibi ülkelerin de bulunduğu G-20 giderek G-7’nin yerine geçti. Değişen güç dengelerinin doğal bir uzantısı olarak G-7’nin her geçen gün önemini yitirmeye başlaması aslında Batının dünya siyasetinde bir zamanalar sahip olduğu nüfuzu kaybetmeye başladığını gösteriyor. Yine de dünya zenginliğinin yüzde 40’nı oluşturan G-7 üyelerinin zirve toplantıları dikkat çekiyor. Kanada fiyaskosundan sonra G-7 bir daha toplanır mı, toplanacaksa da G-6 + 1 şeklinde mi toplanır bekleyip göreceğiz.
Bu seneki zirvede açıkça ortaya çıktı ki Trump Amerikasıyla diğer Batılı üyeler arasındaki uçurum derinleşiyor. Trump’ın uluslararası hukuk tanımayan, liberal uluslararası dünya düzeninin üzerine oturduğu temel yapı taşlarını elinin tersiyle iten ve ‘önce Amerika’ şiarıyla yürüttüğü tek taraflı, milliyetçi, saldırgan, göçmenler-karşıtı, mutlak kazanç hesabına dayalı aşırı korumacı ekonomi politikaları diğer Batılı ülkeleri rahatsız ediyor. Kanada ve Avrupalı müttefikler Trump’ın ne yapmaya çalıştığını almakta zorlanıyorlar. En son açıklanan Ulusal Güvenlik ve Ulusal Savunma Strateji belgelerinde Trump bir yandan ülkesinin Rusya ve Çin’le yaşadığı rekabeti kazanmasında Avrupalı müttefikleriyle yapılacak işbirliğinin önemini kabul ederken, diğer yandan da aynı müttefiklerini küstürmek adına neredeyse elinden geleni ardına koymuyor.
Yakın zamana kadar küreselleşmenin en büyük destekçisi olan Amerika, artık bu sürece şüpheli bakıyor.
Başkan seçildikten sonra Trump ülkesini Transpasifik Ortaklığı, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı, Paris İklim Konferansı ve İran’la varılan nükleer anlaşmadan çekti. İsrail’deki ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyarak bütün şimşekleri üzerinde topladı. Meksika, Kanada ve Amerika’nın üyesi olduğu Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi anlaşmasını sonlandırmak istediğini belirtti. Başta alüminyum ve çelik olmak üzere ülkesinin ithal ettiği birçok ürün üzerindeki gümrük vergilerini rekor oranlarda attırdı. En fazla ticaret açığı verdiği Çin’e karşı atıyor olduğu korumacı adımların Çin’den daha çok geleneksel müttefiklerini zarara uğratacağını umursamadı. Macron, Merkel ve diğer Avrupalı liderlerin Vaşington’a düzenledikleri ikna turlarını dikkate almadı. Geleneksel müttefiklerine sunduğu güvenlik garantilerini sorgulamaya başladı. Obama’nın oluşturup Avrupalı müttefiklerinin desteklediği Orta Doğu politikalarını sil baştan yeniden tanımlamaya başladı. İngiltere’nin Avrupa Birliği üyelinden ayrılma surecine destek verdi. Batılı ülkelerde yükselmekte olan popülist ve illiberal oluşumları kucakladı. Batıyı Hıristiyanlık temelinde yükselen bir medeniyet projesi olarak görüp İkinci Dünya Savaşı sonrası Batının temsil etmeye başladığı laik, kozmopolit, liberal, çokuluslu, çoğulcu ve evrensel değerleri elinin tersiyle itti.
Bunların yanında Trump Batı dışı dünyada giderek güç kazanmaya başlayan otoriter ve tek elde toplanan liderlik anlayışını kendi ülkesinde yerleştirmeye hız verdi. Bir taraftan Çin’e karşı ticaret savaşı başlatırken, diğer taraftan Şi Çinping’in ülkesinde uyguladığı politikaları kendisine örnek almaya başladı. Kuzey Kore’yle yaşanmakta olan nükleer krizi bölgedeki geleneksel müttefiklerinin çıkar ve hassasiyetlerini ikinci plana atarak sadece kendi ülkesinin çıkarları zaviyesinden çözmeye çalıştı.
Yerleşmiş diplomatik teamüllerin aksine Trump’ın kural tanımayan, yıkıcı ve kaostan düzen çıkarmaya çalışır tavırları en başta geleneksel müttefiklerini rahatsız ediyor. Soğuk Savaş’ın başlangıcından günümüze güvenlik ve ekonomi çıkarlarını Amerika Birleşik Devletleri’yle geliştirdikleri yakın ikili ve kurumsal ilişkiler üzerinden elde etmeye alışmış müttefikler, Trump’ın kovboy tarzı yaklaşım ve politikalarından çok rahatsızlar. Bu rahatsızlık Trump’la yaptıkları ikili ve çoklu görüşmelerde adeta Avrupalı liderlerin yüz ifadelerine yansıyor. Trump’ın Almanya Başbakanı Merkel’in ciddi, mesafeli ve ritüellere dayalı tarzından hoşlanmadığı ortada. Bunun yanında Trump’ın, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Kanada Başbakanı Trudeau’nun kendisini alttan alan ve pohpohlayan tarzlarını ciddiye almadığı da görülüyor. Trump’la Trudeau, Macron ve Merkel arasında yaşanan gerginlikler Twitter yazışmaları üzerinden tüm dünyanın gündemine çoktan girdi.
Kanada’daki G-7 zirvesi açıkça gösterdiki artık tek sesli bir Batı yok. Kanada ve Avrupalı müttefikler liberal uluslararası düzenin gözden geçirilip devam ettirilmesinden yanayken, Trump Amerikası post-liberal dünyaya çoktan yelken açtı bile. Trump ülkesinin liberal dünya düzenin hamiliğini ve garantörlüğünü yapmasını istemiyor. Bunu çok maliyetli buluyor. Zengin müttefiklerinin kendi güvenlik ve ekonomi çıkarlarını kendilerinin sağlamasını adeta zorluyor. İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde çökmüş ve enkaza dönmüş Avrupa ve Japonya’yı diriltmek adına kendi iç pazarını sonuna kadar açan ve bu ülkelere bonkör güvenlik garantileri sunan Amerika artık yok. Yakın zamana kadar küreselleşmenin en büyük destekçisi olan Amerika artık bu sürece şüpheli bakıyor. Geleneksel müttefiklerinin ve olası rakiplerinin bu süreçten daha fazla kazandıklarını düşünen Trump Amerikası kendi ideal çözümlerini başkalarına dikte ettirmenin peşinde. “Biz Amerikayız” ve “Önce Amerika” düsturları etrafında şekillenen Trump’ın dış politika yaklaşımı sınırlandırılmayı ve orta noktada buluşmayı mağlubiyet olarak görüyor. Dünyadaki toplam askeri harcamaların neredeyse yarısını, ekonomik zenginliğin de dörtte birini üreten Amerika artık herkesin kendi başının çaresine bakması gerektiğine inanıyor. Uluslararası ilişkilere düzen, işbirliği, hukuk ve öngörülebilirlik getirmeye çalışan Kanada, Japonya ve Avrupalı müttefiklerinin aksine Trump Amerikası kaos ve yıkım üzerinden adeta yeni bir dünya düzeni yaratmaya çalışıyor. Bu mücadelenin sonu nerede biter şimdiden öngörmek imkânsız. Ama Avrupa Birliği’nin bir an önce kendine çeki düzen verip bütünleşme surecini daha ileri boyutlara taşımaktan ve Trump’ın politikalarından rahatsız olan diğer devletlerle safları sıkılaştırmaktan başka çaresi yok gibi.