Fener Rum Patrikhanesi’nin Kiev Kilisesi’nin özerkliğini tanıması, kökenleri 15’inci yüzyıla dayanan Ortodoks Hırıstiyan dünyasındaki fay hatlarını derinden tetikledi. Kendini daha o dönemde III. Roma olarak tanımlayan Moskova Kilisesi’nin bu hevesi aslında uzun süredir yeniden küresel güç olmak isteyen Kremlin’in hayaliyle de uyuşuyor. MSGSÜ Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlyas Kemaloğlu, bu derin yarılmanın tarihi izlerini sürüyor...
Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin bağımsız olma süreci, Fener Rum Patrikhanesi’nin bu kiliseyi tanıması ile birlikte bambaşka bir koyut kazandı. Rus Ortodoks Kilisesi, Fener Rum Patrikhanesi’ni hizipçi ilan etti. Ortodoks Dünyası değil son on yılların, tarihinin en büyük krizlerinden biri ile karşı karşıyadır. Yine bu krizin gerek taraf ülkeler gerekse de bazı bölgesel ve küresel ülkeler arasındaki siyasi münasebetleri de etkileyeceğine benzemektedir.
Aslında Moskova ile İstanbul arasındaki dinî alandaki mücadele yeni başlamış değildir. Bu mücadele, Moskova Kilisesi’nin patriklik mertebesine çıkartıldığı 16. yüzyılın sonuna kadar uzanmaktadır. Her ne kadar İstanbul Patrikliği, “eşitler arasında ilk”, hatta gayriresmî olarak “Evrensel Patriklik” olarak kabul edilse de Orotodoks nüfusunun büyük kısmının Rusya’da yaşaması, Moskova Patrikliği’nin arkasında Rusya gibi güçlü bir devletin olması, Rus Ortodoks Kilisesi’ni çok güçlü kılmaktadır. İstanbul Patrikliği’nin Müslüman bir ülkenin topraklarında bulunması ve Rus Çarı III. İvan’ın son Bizans imparatorunun kızı Sofya ile evlenmesi de Moskova’nın statüsünü ve konumunu güçlendiren hususlardır ki, Moskova daha 15. yüzyılın itibaren kendisini III. Roma ilan etmişti.
Moskova’nın bu iddiası, belki de Sovyetler Birliği dönemi dışında hep canlı kalmıştı. Sovyetler Birliği döneminde din, Sovyet ideolojisinin yayılmasında en önemli engel olarak görüldüğünden dolayı ateizm propagandası başlatıldı ve Rus Kilisesi de dâhil olmak üzere bütün dinî müesseseler büyük bir zarar gördü. Dolayısıyla bu dönem, Moskova Patrikliği’nin zayıfladığı, İstanbul Patrikliği’nin ise tam tersine İstanbul’un Türkler tarafından fethi ile zayıflayan Ortodoks Dünyası’ndaki konumunu güçlendirdiği bir dönem oldu. SSCB’nin yıkılmasından geçen 27 yıl içerisinde ise Moskova Patrikliği, eski güç ve etkisini tekrar kazanmış bulunmaktadır. Yine gayriresmî olarak Rus Kilisesi’nin etki ve yetkisi eski Sovyet coğrafyasında yayıldığı gibi kendisine yeni bir misyonun yüklendiğini de görüyoruz: Eski Sovyet cumhuriyetleri arasında birleştirici unsur olmak, Moskova’nın hâkimiyetinin dinî alanda bu coğrafyada devam ettirmektir. Ancak aynen Kremlin gibi Rus Ortodoks Kilisesi de “bölgesel güç” olmakla kalmak istememektedir. Kremlin, ABD’nin tek kutuplu dünya düzenine karşı çıkarken, Moskova Patrikliği de Fener Rum Patrikhanesi’nin “eşitler arasındaki birinci” statüsünü pek kabullenmek istememektedir. Bunun en büyük göstergelerinden biri de Moskova Patriği Kirill’in Patrik Bartholomeos’un 2016’da Girit Adası’nda gerçekleştirdiği hazırlığı 55 yıl süren Pan Ortodoks Konseyi’ne katılmamasıdır. Kirill’in tüm bu kararları tek başına vermediği bir gerçektir ki, genel olarak aynen önceki patrikler gibi Patrik Kiril de Kremlin ile yakın ilişkiler içerisindedir. Her ne kadar Rusya’da da din - devlet ayırımı yapılsa da Rus Kilisesi’nin tarihinin siyaset ile iç içe olduğu görülmektedir.
Nitekim Rusya’nın Ukrayna Kilisesi’nin bağımsızlığına karşı çıkması ve verdiği tepkiler de tamamen siyasi niteliktedir. Bugün Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan gerginliğe rağmen Ruslar ile Ukrainler aynı ırktan geldikleri gibi, Kremlin’in “Slav Birliği”, “Ortodoks Birliği”, “III. Roma” gibi teori ve projelerinde Ukrayna ve Ukrainlere önemli yer verilmektedir. Rusya’dan sonra en büyük Ortodoks Slav nüfus, kardeş Ukrayna’da yaşamaktadır. Bu düşünceler belki de hiçbir zaman hayata geçirilemeyecek, ancak Rus Devleti’nin varoluşunda, halkın milliyetçi duygularını canlı tutmasında ve nihayet kendisini “özel hissetmesinde” söz konusu “birliktelikler” önemlidir. Moskova’nın Ukrayna’yı kaybetmek istememesinin bir başka sebebi de Rus tarihinin Ukrayna ile iç içe olmasıdır. İlk Rus devletinin Kiev Rusyası olması, ilk başkentlerden birinin Kiev olması, ilk mitropolitliğin Kiev’de kurulması, Kiev’in “Rus şehirlerinin anası” sayılması vs. Kiev ve Ukrayna’yı Rus tarihi ve Rusya’nın Ortodoks ve Slav dünyasındaki yeri açısından önemli kılmaktadır. Şimdi ise Moskova bütün bunları kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır, hâlbuki Moskova Rus halkını “III. Roma”nın ebediyen kalacağına ve hiçbir zaman yıkılmayacağına inandırmıştı.
Bununla birlikte “karşı taraf”ın da tutumunun siyasi olduğunu söyleyebiliriz. Ukrayna Devlet Başkanı Poroşenko, Ukrayna’ya bağımsız bir kilise kazandırarak Kırım’ın ilhakından sonra Rusya ile bütün bağları koparmak istemektedir. Bu adımı da Kiev’in Moskova’ya vurduğu en büyük darbe olarak nitelendirmek mümkündür. Fener Rum Patrikhanesi’nin Ukrayna’nın tarafında yer alması ise ilginçtir. Zira ister kendinde böyle bir hak görsün isterse de Moskova’nın belirttiği gibi kanun dışı harekette bulunsun bu adımla Fener Rum Patrikliği Ortodoks Dünyası’ndaki kendi konumu ve imajına da zarar vermektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi hiyerarşideki “eşitliğe” rağmen İstanbul’un konumu ayrıdır. Şimdi ise Ortodoks nüfusunun yarısından fazlasının kendisine bağlı olduğu Moskova Patrikliği, İstanbul ile tüm bağları kopardı, patriği de hizipçilikle suçladı. Ayrıca Rusya Ortodoksları da İstanbul’u önemli dinî merkez olarak görüyorlardı. Hatta son yıllarda Rusya Ortodokslarının Türkiye’deki Ortodoks dinî yapıları ziyaret amacıyla gerçekleştirdikleri ziyaretlerin sayısı da artmış, diğer bir deyişle dinî turizm dahi gelişmeye başlamıştı.
Moskova ve İstanbul patriklikleri arasında münasebetler son dönemde iyi seviyede seyrederken İstanbul Patrikliği’nin Ukrayna Kilisesi’ni tanımasını, Ruslar siyasî yaklaşıma bağlamaktadırlar. Rus uzmanları bu görüşü ileri sürerken birkaç hususa dayanmaktadırlar. Bunlardan ilki, bu krizin Moskova ile Atina arasındaki münasebetlerin gerildiği döneme denk gelmesidir. İkinci husus, Fener Rum Patrikhanesi’nin Ukrayna’ya temsilci olarak ABD ve Kanadalı din adamlarını göndermesidir. Rus yetkililer ise açık olarak bu sürecin arkasında ABD’nin yer aldığını ve amacının aynen siyasi ve ekonomik alanda olduğu gibi dinî alanda da Rusya’nın çıkarlarına zarar vermek olduğunu belirtmektedirler. Meseleye daha da karmaşık bir hâl kazandırmak isteyenlere göre ise bu sürecin sebeplerinden biri de uçak krizi sonrası tekrar yükselişe geçen Türk-Rus münasebetlerine zararın verilmek istenmesidir. Yine bu bağlamda Kremlin’in Ankara’dan bu konuda destek istediği ve Türk yetkililerden İstanbul Patrikliği’nin adımını gözden geçirmesi konusunda baskı yapmasını istediği de dile getirilen hususlardandır. Gündeminde birçok iç ve dış sorun olan Ankara ise haklı olarak bu konuya karışmak istememektedir.
Görüldüğü gibi kökenleri “tarihî” geçmişe dayanan Ortodoks Dünyası’ndaki bu “dinî” sorunun “siyasi” boyutu da çok yönlüdür. Bu ise sorunun bundan sonraki süreçte şimdikinden daha farklı bir şekilde çözülmesinin önünde büyük bir engel oluşturmaktadır. Dolayısıyla Ortodoks Dünyası büyük bir darbe almış bulunmaktadır. Zira Fener Rum Patrikhanesi’nin bu adımından sonra Rus Kilisesi yaptırım kararları almış bulunmaktadır. Moskova Patrikliği, kendi din adamlarına Fener Rum Patrikliği’ne ait kiliselerde ayin yapmalarını yasaklamakla kalmadı, cemaatine de bu kiliselerde dua etmelerine yasak getirdi. Bunlardan da önemlisi is Rusya Ortodoks Kilisesi, Patrik Bartholomeos’u “hizipçi” ilan etti.
Bu gelişmeler karşısında şüphesiz diğer kiliseler de açıktan olmasa da taraflardan birini tutmak zorunda kalacaktır. Polonya, Sırbistan, Antakya kiliseleri şimdiden Rusya Kilisesi’ni desteklemektedirler. Kaldı ki Rusya da İstanbul’un kararını kabul etmeyeceğini ve Ukrayna’da Rus Kilisesi’nin kalmaya devam edeceğini bildirdi. Bu da Ukrayna’da kiliseler arasındaki mücadele ve mal paylaşım sürecinin devam edeceğinin bir göstergesidir. Uzun vadede tüm bunlar, Ukrayna’ya “millî bir kilise” kazandırsa dahi önümüzdeki yıllarda Ukrayna’daki siyasi ve diğer alandaki mücadeleyi arttıracak, Ukrayna - Rusya münasebetlerini kızıştıracak, buna bağlı olarak Rusya’nın AB ve ABD ile münasebetlerini de olumsuz etkileyecektir. Diğer bir deyişle sorunun gerek siyasi gerekse de dinî taraflardan hiçbirinin bu işten kârlı çıkacağını söylemek mümkün değildir. Her sorunun müsebbibi olarak Batı’yı işaret etmek yanlış olmakla birlikte şu da bir gerçektir ki bu sorun, siyasi anlamda ABD’nin, dinî anlamda da Avrupa’daki Katoliklerle Protestanların işine yaramaktadır.