Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, Liselere Geçiş Sistemi’nde tercih süreci devam ederken sistemdeki aksaklıklara dikkat çekiyor.
Hepimiz yaşamla bağını az ya da çok kaybetmiş, kör topal idare eden insanlarız. Hatta yaşamdan öyle kopuğuz ki, gerçek ‘canlı hayata’ karşı adeta tiksinti duyuyor, bize hatırlatılmasına dahi katlanamıyoruz.” “Yeraltından Notlar”ın kahramına söylettiği sözler bunlar Dostoyevski’nin. Öye uygulamalarımız, öyle işlerimiz var ki bu sözlerin bizim için kullanılmasında hiçbir sakınca olmadığını düşündürtüyor. Agorada genel görünümümüzün evlere şenlik olduğunu, bir postmodern cangılı andırırcasına “ne olsa gider”in hüküm sürdüğünü dile getiriyoruz epey süredir. Ciddi, hesap sorucu dolayısıyla dengeleyici, denetleyici bir kamusal varlıktan ve işleyişten yoksun olduğumuz için herkesin hiçbir çekince hissetmeden gönlünden geçen şeyleri söyleyebildiği dizginsiz bir atmosferdeyiz. Söylenen her şeyin söyleyenin yanına kâr kaldığı, hatta bizatihi söyleyebiliyor olmanın yeterli görüldüğü ölçüsüz, hadsiz vasatta bir gün ak diyoruz ertesi gün ak dediğimize kara diyoruz, diyebiliyoruz. Hal böyle olunca ülkemizde yapısal anlamda herhangi bir şeyin değişmediği tersine muhkem hâle geldiği ve muhkem hâle gelenin de sorun taşıma-çözme kapasitesi olmadığından yapısal her sorunumuzun aynı zamanda daha da kronikleştiği, girift ve çözülemez hale geldiği bir girdapta savrulup gidiyoruz. Girdabın şiddetinden başı dönen kimileri gidişatın özlenen yarınlara doğru bir şahlanış olduğunu veya akılları dünde takılı kimileri de ortalıktaki düzensizliğe bakıp eskinin nasıl paha biçilemez bir şey olduğunu belirttiklerinde “yaşamla bağ kurma” mecburiyetimizin nasıl büyük bir aciliyet oluşturduğunu daha iyi anlayabiliyoruz.
Bilindiği üzere genelde Haziran ayı eğitim-öğretim faaliyetlerimizin sona erdiği ve merkezi yapıldığı dönemdir. Sınav sonuçlarının açıklanması, tercih süreci ve yerleştirmeler üzerinden toplumsal bir pratiği el birliğiyle ifa ettiğimiz bu döngü Temmuz, Ağustos aylarını da içerecek şekilde devam eder. Toplumsal bir ritüelin yerine getirilmesi gibi bu süreçte birincilerin sıra dışı hikayeleri, sıfır çeken öğrenci sayıları vs. gibi klişe bir söylemle mevsim bir sonraki yılın aynı döneminde yeniden tekrar edilmek üzere kapatılır. Tam da bu sürecin işlediği ve milli eğitim bürokrasisinin yeni bakanla yenilendiği şu günlerde alana, alanın işleyişine ve buradan hareketle görünümümüze ayna tutmakta yarar var. Albenili söylemlerin kıskacında kendimizi kaybettiğimiz bir vasatta LGS sürecimiz de gösteriyor ki ahvalimiz Dostoyevski’nin yeraltı kahramanına söylettiği gibi “yaşamla bağımızı kaybetmiş kör topal idare eden insanlar” olduğumuzu gösteriyor gerçekten. LGS sürecinin teferruatlı bir analizine girişmek gerekiyor esasında ancak ne kamuoyu çok ilgili ne de bu yazının sınırlılıkları için de bu mümkün. Yine de yukarıda da belirttiğim gibi LGS sonuçlarının açıklandığı ve tercih sürecinin devam ettiği şu günlerde hem eğitimdeki görünümümüze hem de kamusal işleyişimize ayna tutması için birkaç hususu paylaşmakta görüyorum. Sanırım öncelikle memleketimizin neredeyse temel alamet-i farikası olan iş görme tarzını yansıtması ve bir nebze de bir fikri takip oluşturması anlamında bir kaç hususu hatırlatmak gerekiyor.
SINAVIN İSMİ DEĞİŞİYOR SORUNLAR DURUYOR
Bilindiği üzere biz de merkezi sınavlar ortaokuldan liseye ve liseden üniversiteye geçişte başvurduğumuz sıralama sınavlarıdır. Bu sınavlar temelde adayların yerleştirilmelerini mümkün kılan bir ölçüt sunmaları üzerinden varlıklarını ve meşruiyetlerini alırlar. Şüphesiz bu sınavların sonuçları aynı zamanda sistemin işleyişine, öğrenci performansına, okul başarısına, bölge, sosyo-ekonomik düzey, veli profili gibi pek çok parametrenin doğrudan veya dolaylı etkisine ilişkin de bir çok şey söylüyor. Bu açıdan sonuçların çok ciddi ve derin bir analize tabi tutulması, elde edilen bulguların ayrıca yürütülecek kamu politikalarına yol ve hedef tayin etmesi beklenendir, olması gerekendir. Gelgelelim ülkemizde bu tarz makul işlerle uğraşmak yerine dolambaçlı sözler, çarpıcı uygulamalarla yürürlükteki düzeni sürdürmek gibi bir gelenek iş başındadır. Reform şarkıları söylenir, statüko aşağılanır lakin yürürlükteki düzenden şaşmamak temel varoluş biçimidir. Birkaç yıl önce ani bir kararla dönem ortasında siyasetin, devletin, toplumun elbirliğiyle bir akıl tutulmasına yakalandık ve TEOG olarak bilinen liselere geçiş sistemini “stres azalacak, dershanelere ihtiyaç kalmayacak, özel etütlere gereksinim duymayacağız, isteyen istediği yere yerleşecek, sınav baskısı kalkacak, sosyal, kültürel, sportif faaliyetler artacak, gençlerin yorumla, eleştirel düşünme kabiliyeti artacak, servis sorunu çözülecek, okullar arasındaki seviye farkı kalkacak” gibi sürrealist vaatler sıralayarak kaldırdık. Sıraladığımız bütün bu vaatleri gerçekleştirecek sistem olarak LGS sistemini getirdik ve “zaten bundan sonra çok az sayıda öğrenci sınava girecek, öğrencilerimizin çok büyük kısmı evlerine yakın okullara yerleşecek” diyerek adeta hayatın işleyişine meydan okuduk. Yeni sistem uygulamaya geçti şüphesiz ancak vaatlerin gerçekleştiğini söylemek mümkün değil. Yukarıda sıralanan tüm gerekçeler aynıyla duruyor, öğrencilerin kahir ekseriyeti sınava giriyor ve “endüljans”ı andıran isteyenin istediği okula gideceği bir vaadin de tabiki pratikte karşılığı yok.
Sanki ortada savunulması mümkün olmayan bir takım karanlık odakların, şer güçlerin ülkemizin başına bela ettiği akıl, mantık ile izahı mümkün olmayan bir uygulama varmış da hepimiz elbirliğiyle bu haksız, anlamsız uygulamayı kaldırıyormuşuz gibi saçma sapan bir algıyla, çarpıtmayla, motivasyonla siyaset, toplum galeyana geldi. Yürürlükteki düzenden daha kötü bir düzeni elbirliğiyle hayata geçirdik. Nihayetinde bir sistemin, uygulamanın, kamu politikasının değişimi için ileri sürülen tüm gerekçeler ve yeni düzenlemeye iliştirilen tüm vaatlerin askıda kaldığı bir süreci yaşadık ve yaşıyoruz. Asıl problemimiz tam da burada başlıyor. Ne düzenlemeyi yapanlar niçin bizi bu anlamsız girdaba soktuklarının hesabını veriyorlar ne de başımıza getirilen böyle bir facianın faturasını soran kimse var. Tersine çoğumuz alana ilişkin “bir şey söylense de inansak, galeyana gelsek” modundayız. Taban tabana zıt olsa da önemli değil. Yeter ki bir şey dile gelsin. Dile gelen şeyle kendinden geçecek, bununla heyecanlanacak, akıl-mantık-düşünce melekelerini gerçeklikle etkileşime sokmaktan imtina ederek paralel bir evrende yaşamayı tercih eden koca bir ülkeyiz.
BU ORTAÖĞRETİM İHTİYAÇLARA UYGUN MU?
En az bunun kadar kritik diğer bir husus ise uygulama ve uygulamanın sonuçları karşısında gösterdiğimiz soğuk kayıtsızlık. Sonuçlar açıklandı, “şu kadar öğrenci tam puan alarak birinci oldu”dan başka elle tutulur bir konuşma yap(a)mıyoruz ülke olarak. Birincilerin kimliği, okulları üzerinden bazı zafer naralarına şahit olsak da sistemin hal-i pür melaline ilişkin kapsayıcı, bütüncül bir okumadan büsbütün uzağız maalesef. MEB daha önceleri sınava ilişkin bir rapor da paylaşır, bir takım verilerin altını çizerdi. Gerçi altını çizdiği verilerden hareketle yapısal bir politikaya ne kadar gittiği ayrı bir tartışma ancak hiç olmazsa dar kapsamlı bir rapor yayımlıyordu. Yukarıda da değindiğim üzere sınavlarımız birer sıralama sınavı ancak eğitim-öğretim sistemimizin ve giderek toplumsal hayatımızın organizasyonuna, niteliğine ilişkin önemli bir ayna tuttukları da aşikar. Bu açıdan kaç birincinin çıktığı, okulları, testteki soruların nitelikleri ve zorlukları dışında sonuçlar ile öğrenciler arasında bir etkileşim oluşturmak ve sosyolojik okumayı mümkün kılacak bir kulvara taşımak önem arz ediyor. Sistemdeki başarı veya başarısızlık tesadüf mü? Bölgeyle, veli profiliyle, okulla, okulun bulunduğu çevreyle, okul öncesi eğitimle, uzman, başöğretmen veya ücretli öğretmenle ilintisi var mı? Destek eğitiminin, ister okuldaki DYK kursları olsun ister özel etüt merkezleri veya dershaneler olsun, etkisi nedir? Başarı ve başarısızlıkta öğrencilerin özellikle sosyo-ekonomik durumlarının etkisi nedir? Bütün bu farklılıkların oluşturduğu dezavantajları giderecek politikalar nasıl oluşturulacak? Eğitim-öğretimdeki başarı ve başarısızlığı sadece okul lokasyonunda gören ve orada çözmeye çalışan bakışın makuliyetinden bahsedebilir miyiz? LGS sistemi ile normal okul sistemimiz arasında mantık, kurgu, işleyiş açısından uyum var mı? Bütün bunlarda problem yoksa bile mevcut işleyişimiz makul görülebilir mi? Görülmeli mi? Bu tarz bir ilköğretim yapılanması, bu şekildeki bir kademeler arası geçiş sistemi, bu haldeki bir ortaöğretim sistemi ihtiyaçlarımıza, beklentilerimize her şeyden daha da önemlisi bu sistemin temel bileşeni olan öğrencilerimizin sosyal, psikolojik, fizyolojik, duygusal, akademik gelişimleri, ihtiyaçları ve gerçeklikleri için uygun mu? Uygun olup olmadığını nasıl tespit edeceğiz?
O kadar çok cevapsız kalan soru var ki sistemde! Görmezden, duymazdan gelinen veyahut sorulmayan, sorulamayan. Ülkemizde soru sormak yerine eldeki cevapla yetinmek gibi kötü bir alışkanlık var. Gerçekliğimizle, sorunlarımızın kök sebepleriyle ilgilenmek yerine teknik-tali kısımları abartarak adeta sorunlarımızı görünmez kılarak halının altına süpüren bir sorumsuzlukla yol alıyoruz. Kamusal alanın varlığı ve niteliği de kamusal ve kurumsal ahlak da yerlerde sürününce “canım böyle istiyor” modunda sosyal-siyasal işleyişimiz dizginsiz, denetimsiz bir mahiyet arz ediyor. Böyle olunca da Dostoyevski’nin yeraltı adamının söylediği gibi; kör topal idare eden insanlarız.