İsrail üzerine çalışmalar yürüten Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nden Ceyhun Çiçekçi “Neden İsrail değil ama Kudüs çalışıyoruz?’ sorusu üzerinden analizde bulunuyor.
Geçen aralık ayı, 1967 yılından bu yana işgal altındaki Kudüs topraklarının bir ABD-İsrail emrivakisiyle İsrail’in başkenti olarak ilan edilmesine sahne oldu. Buna cevap olarak İslam toplumlarının ve işgalin hukuk dışılığına vurgu yapan uluslararası toplumun tepkileri, konuyu bir nebze yatıştırmışsa da bu kırılma anı, özellikle de Türkiye’de ekstra çabaları gündeme getirdi ve siyasi iradenin de teşvikiyle hızlanan süreçte devlet üniversitelerinde araştırma merkezleri kurulmaya başlandı. Fakat bu noktada enteresan bir tercih söz konusu. Araştırma merkezlerinin Kudüs’ü çalışacak olması, hedef şaşırtmaca gibi duruyor. Biraz detaylandıralım.
Öncelikle Kudüs bir güç merkezi değil. Aksine semavi dinlerin önemli bir kesişme noktası ve dolayısıyla dinsel ağırlığı ve değeri mevcut. Buradan neşet eden dünyevi bir güç söz konusu değil. Bir diğer ifadeyle, Kudüs bir devlet değil. Politikaları, yaptırım gücü vb. yok. Kısacası politik anlamda edilgen bir yerden bahsediyoruz. Peki, o halde neden Kudüs’ü araştırıyoruz’?
Bu soruya verilebilecek birkaç makul cevap olabilir. Mesela İsrail’i meşrulaştırmaktan kaçınma gibi. Bir başka deyişle, İsrail’in meşruiyetini sorgulayabilmek adına geliştirilmiş boykot hareketine referansla böyle bir tercihte bulunmuş olabilirsiniz. İsrail’i yok sayarak, akademik bir boykotun parçası olabilirsiniz, bunda herhangi bir problem yok. Fakat bu tavrınız, Kudüs’e ne kazandırabilir?
Bir diğer iddia, Kudüs’ü ulusal ve uluslararası gündemlerde üst sıralara yerleştirme çabası olarak okunabilir. Kudüs üzerine “çalışmalar” yaparak, bunları da medya aracılığıyla geniş kitlelere duyurarak Kudüs’ü stabil bir gündem maddesi haline getirmeyi amaçlamış olabilirsiniz. Fakat bunu yapmanız için akademik işleyişe sahip bir araştırma merkezine ihtiyacınız var mı gerçekten? Bu minvaldeki bir amaç için başarılı bir lobi şirketiyle anlaşarak da Kudüs’ü gündemde tutabilirsiniz. Daha kolay bir yol olduğu kesin.
''Dava edindiğimiz Kudüs, 1967’den bu yana işgal atında! Sizin bu aşamada çalışmanız ve araştırmanız gereken esas konu ise ancak İsrail olabilir.''
Peki, neden ısrarla İsrail’i çalışmıyoruz? Buna dair de bir kaç cevap geliştirilebilir.
Açıktan konuşulmayacak olsa da Türkiye-İsrail ilişkilerini hepten taca atmamak, bu cevaplardan biri olabilir. Bir ülkenin siyasetini anlamaya/çalışmaya yönelik kuracağınız bir merkez, ilişkilerinizin ısınmasına da zemin hazırlayabilir. Bu çizgiyi, merkezinizin gelecekteki faaliyetleri belirleyecektir. Kaldı ki her halükarda söz konusu merkezin üreteceği bilgi, bölge siyasetinde önemi yadsınamayacak bir ülke olarak İsrail’e yönelik kuşatıcı bir siyaset kurgulamanıza yardımcı olabilir. Ülkenizin dış politikasında karşılaştığı problem alanlarının en azından bir kısmında net bir fail olan İsrail, bu altyapıyla birlikte yönlendirilebilir veya sınırlandırılabilir.
Bir diğer cevap, azınlık cemaati olarak Türk Yahudilerinin otomatikman “İsrail uzmanı” olarak konumlandırılmasından kaynaklanıyor olabilir. Bu elbette bir algı yanılsaması. Maalesef ki Yahudi cemaatimiz arasında “İsrail uzmanı” olarak adlandırılabilecek bir veya iki kişi var ya da yok. Fakat söz konusu algı, Türkiye’de İsrail’in çalışılmasına daha başından ket vuruyor olabilir. Bu konuda çalışmaya hevesli insanlarımızı, “tereciye tere mi satalım?” mantığına sürüklüyor olabilir. Nihayetinde İsrail bir Yahudi devleti. Bir başka cevap ise İsrail’in ABD politikalarıyla istikrarlı uyumu neticesinde bir uzuv olarak telakki edilmesi olabilir. Bir başka deyişle, İsrail ile gelişen herhangi bir sorunu ABD ile görüşerek çözebileceğinize yönelik geliştirdiğiniz inanç, İsrail’in bağımsız bir entite olarak varlığını görmezden gelmemize ve İsrail merkezli gelişen politika üretim süreçlerine gereken önemi atfetmememize sebep oluyor olabilir. Halbuki daha Obama döneminde ABD-İsrail ilişkilerinin indiği düzey, söz konusu algımızın da çok gerçekçi olmadığına yönelik oldukça yakın tarihli bir örnek. Emin olunuz ki bu örneklerden fazlaca var.
Bir diğer sebep, İsrail’e yönelik bir tabu oluşturarak, bu ülkenin ve politikalarının “milli bir minvalde” anlaşılmamasını hedefleyen dış tazyikler üretmek söz konusu olabilir. İsrail’in belirli kalıplar doğrultusunda güvenlikleştirilmesini ve nihai kertede tartışılmasını önlemek isteyen, kendi ürettiği politik yaklaşımlar çerçevesinde Türkiye’nin İsrail politikasını yürütmesini isteyen “dış mihraklar” söylemleri oluşturma ihtimali hiç de azımsanmayacak düzeydedir. Başkalarının İsrail algılarının Türkiye’ye ihracı anlamına gelecek bu durum, ulusal politika üretimimiz için başat tehditlerdendir.
Bir diğer gerekçe, kahir ekseriyeti Müslüman bir nüfustan müteşekkil olan Türkiye’de “Yahudi” kelimesine duyulan çekimserlik, ona yönelik okuma ve çalışma yapılmasına engel oluyor olabilir. Buna bir de komplo teorileri eksenli yaklaşımlar eklenince, İsrail hem korkulan hem de “mekruh” bir varlık olarak el sürülmemesi gereken bir pozisyona konumlandırılıyor olabilir. Bu noktada, komplo teorileri vasıtasıyla İsrail’i mübalağa eden ve bir öcüye dönüştüren yaklaşımların da aslında pek “milli” bir çizgiyi benimsemedikleri söylenebilir. Nihayetinde İsrail, İstanbul’un yarısından biraz fazla nüfusa sahip bir ülkedir. Kurucusu da İstanbul Üniversitesi mezunudur.
Ve son olarak, yukarıdaki cümlelerimde de sezilebileceği üzere, İsrail’e yönelik emperyal bir küçümseme söz konusu olabilir. Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı niteliğindeki Türkiye Cumhuriyeti, yüzyıllarca yönetmiş olduğu topraklarda vücut bulan bir “devletçiğe” karşı büyüklük taslıyor olabilir. Lakin böylesi bir yaklaşım, bölgeye yönelik uygulayacağımız politikalarda peşinen başarısızlık getirecektir. Realiteyle yüzleşmeli ve münasip bir davranış kodu benimsenmelidir.
Sözün özü, dert ve dava edindiğimiz Kudüs, 1967 yılından bu yana işgal atındadır! Sizin bu aşamada çalışmanız ve araştırmanız gereken esas konu ise ancak İsrail olabilir. Yarım asırlık bir gecikmeyle!
''İşgal eden de işgali sürdüren de İsrail devleti. Rakibinizi ancak yeterince tanırsanız, sınırlandırma ve yönlendirme ihtimaliniz doğar.''
İşgal eden de işgali sürdüren de İsrail devletidir. Bu işgali sonlandırmaksa niyet, Kudüs’ü hukuksuz bir tahakküme mahkûm etmemekse amaç... Çalışılması, öğrenilmesi, teferruatına değin vakıf olunması gereken konu ancak İsrail’dir. Çünkü ancak yeterince tanırsanız rakibinizi, sınırlandırma ve yönlendirme ihtimaliniz doğar. Bu çağrım daha ziyade devlet elitlerine yönelik. Nihayetinde onların estirdiği rüzgâr, dostları alışverişte gözükmeye zorluyor...