Hukukçu Nimet Demir, Muğla Akbelen’de yaşanan protestoların ‘egemen yurttaşın yönetime doğrudan katılması mahiyetinde’ olduğunu dile getiriyor.
Bu yılın başından itibaren medyada Netanyahu hükümetinin İsrail’de yargının denetleme yetkisini kısıtlayan, yürütmenin ise yetkilerini genişleten yargı reformuna karşı İsrail Halkının aralıklarla gösteri yaptıkları haberlerine şahit olmaktayız. İsrail Halkının Batı demokrasilerinde olduğu gibi yargının denetim yetkilerinin yürütme lehine kısıtlanmasına karşı çıkacak üst düzey bir politik bilince sahip olması ilk duyduğumdan beri bende hayranlıkla beraber gıpta duygusu uyandırmıştı. Ülkemizde ise son iki haftadır gündemi Akbelen ormanlarındaki ağaç kesimine direnen köylü ve çevrecilerin haberleri işgal etmektedir.
Ülkemizdeki bu son gelişme ve daha önceden de, yerine bina dikmek amacıyla Gezi Parkındaki ağaçların kesilmesine karşı halkın direnmesi aynı politik bilincin bizde de gelişmekte olduğunu göstermektedir. Esasen halkın bu tarz eylemlere mecbur kalması, siyasi iktidarların politikalarını belirlerken iktidarın kaynağına başvurmada ve rızasını tespitte yetersiz kaldıklarını göstermektedir.
Bilindiği gibi politika biliminde merkezi kavram iktidardır. İktidarın mahiyetine baktığımızda, başkalarının davranışlarını kontrol ve etkileyebilme gücüyle karşılaşırız. Gücün dolayısı ile iktidarın meşru kaynağında ise yönetilenlerin rızası yer alır. Münci Kapani, demokrasilerde iktidarın kaynağını, halkın özgürlük, insan hakları, açık rejim ve yönetime katılma ilkelerine olan inancının teşkil ettiğini belirtir. Rıza esasen karşılıklı etkileşimi zorunlu kılar. Michel Foucault, karşılıklı etkileşimi, iki eylem kümesinin birbirlerini yapılandırması ve belirlemesi olarak yorumlar. Gerçek bir etkileşim iki tarafın özgür olmasıyla mümkündür. Taraflardan biri tahakkümle karşıdakinin eylem alanını daraltarak sabitlediğinde sorun baş göstermektedir. Elbette her zaman tahakkümle eylem alanını daraltan kümede devlet, karşı kümede ise vatandaş yer almaktadır. Malum olduğu üzere gerçek bir demokrasi hak ve sorumluluklarına müdrik vatandaşlarla mümkündür. Rızasına aykırı olarak eylem alanı sabit hale getirilen vatandaşın bu olumsuz durumu şiddete başvurmaksızın aşması demokratik kültürünün bir gereğidir. Ülkemizde halen devam etmekte olan Akbelen direnişi ile geçmişte gerçekleşen Gezi Parkı direnişi bizde de bu kültürün yavaş yavaş geliştiğine karinedir. Bu tarz bir tavrı bundan yaklaşık 56 yıl kadar önce ABD hükümetinin, savaşın devamına yönelik kararına karşı, halkın, Şikago kentinde gerçekleştirdiği gösterilerde görmekteyiz.
KARARLARIN SORGULANMASINA KATLANAMAMAK
Yönetenler çoğu zaman kullandıkları iktidarların kaynağının halk olduğunu unutur, kendilerini layüsel bir varlık gibi görürler. Halka rağmen halkın hayatını etkileyecek kararlar alırlar. Savaş bu kararlardan en önemlisidir. Kant, savaş ve barışa halkın bizzat kendisinin karar vermesi gerektiğini belirtir. Dünya Edebiyatında hükümetlerin savaş kararlarını sorgulayan başyapıtlar verilmiştir. Bunlardan biri, Erıch Marıa Regarque’nin kaleme aldığı Birinci Dünya Savaşını konu alan ‘’Batıda Yeni Bir Şey Yok’’ romanıdır.
Diğer ikisi, Curzıo Malaparte’nin İkinci Dünya Savaşını konu alan ‘’Kaput’’ isimli eseri ile Svetleana Aleksiyeviç’in ‘’Kadın Yok Savaşın Yüzünde’’ isimli İkinci Dünya Savaşına katılan Sovyet Kadınlarına ilişkin sözlü tarih çalışmasıdır. Her üç eserde de, geçmiş ve geleceği içine alan mevhum bir egemenlik anlayışının etkisinde alınan savaş kararlarının, yaşayan somut halkların yaşamlarını nasıl harcadığı ibretle nazara verilir. Savaş kararının insanın anlam arayışını dumura uğrattığının en çarpıcı ifadelerini Batıda Yeni Bir Şey Yok romanında, Rus esirlerin başında nöbet tutan roman kahramanının düşüncelerinden izleyelim; Bir masa başında, hiçbirimizin tanımadığı kimi adamlar bazı kâğıtlar imzalıyorlar. Ve sonra, önceden dünyanın en büyük suç saydığı ve en şiddetle cezalandırdığı şey(öldürmek), bizim en yüksek gayemiz haline geliyor ve yıllar boyunca sürüyor. Ama bu çocuk yüzlü, havari sakallı, sessiz adamlara(esirlere) bakarken, kâğıt üstündeki emirler insana vız geliyor… Bilindiği üzere ABD’nin dünyaya nizamat verme kuruntusuyla aldığı kararlardan biride Vietnam Savaşıdır. Şikago Yedilisi bu savaş kararını sorgulayan ve devam ettirilmesine karşı gösteri başlatan özgürlükçü bir gurubun adıdır. Şikago olayları Aaron Sorkin yönetmenliğinde ‘’Şikago Yedilisi’’ ismiyle filme çekildi. Film altı dalda Oscar ödüllerine aday oldu. Birçok ödülün yanında en iyi senaryo dalında Altın Küre ödülü aldı.
ŞİKAGO YEDİLİSİNİN YARGILAMASI
Malum ABD 1954 yılında Güney Vietnam’ın yanında Kuzey Vietnam’a karşı savaşa girdi, Çin ve Sovyet Rusya ise Kuzey Vietnam’ı desteklediler ve ona silah yardımında bulundular. Savaş uzun süre devam etti, en son 1967 yılında kayıplar artmaya başlayınca savaş sorgulanır oldu. 1968 yılında, Vietnam’daki Savaşı Bitirmek İçin Ulusal Seferberlik Komitesi (MOBE), Demokratik Toplum İçin Öğrenciler (SDS) ve Uluslararası Gençlik Partisi (Yippies) üyeleri savaşı sonlandırmak amacıyla Şikago’ da gösteriler düzenlemeye giriştiler. Grant Park’ta toplanan göstericilere polis şiddetle müdahale eder, yüzlerce gösterici yaralanmıştır. Kararlarının bu şekilde sivil toplum kuruluşlarınca sorgulanması egemenleri ziyadesiyle kızdırır. Adalet Bakanı bizzat savcı ve bu işle görevlendirilecek savcı yardımcısını çağırarak Rennie Davis, Davit Dellinger, John Froines, Tom Hayden, Abbie Hofman, Jerry Rubin, Bobby G. Seale ve Lee Weiner hakkında Rap Brown yasasına dayalı olarak dava açılmasını ister. Savcı yardımcısı anılan yasanın kongredeki güneyli beyazlar tarafından siyahi aktivistlerin konuşma özgürlüğünü kısıtlamak için çıkarıldığını, dolayısı ile davanın hukukiliğinin tartışma konusu olacağını, yine olayların başlamasında polislerin kışkırtıcı rolü olduğunu belirterek itiraz eder. Ancak bu itiraz kaale alınmaz ve adı geçenler hakkında dava açılır. İsnat edilen suç; isyandır. Dava devam ederken Bobby G. Seale hakkındaki dava tefrik edilir. Yargılama sürecinde eski Adalet Bakanı Ramsey Clark jürilerin katılmadığı bir oturumda tanık olarak dinlenir, kendi zamanında başlayan olaylarla ilgili neden dava açılmadığı sorulduğunda, ‘’gelen istihbarı raporlarda şiddet olaylarını polisin başlattığı bilgisinin yer aldığını, bu yüzden dava açılmadığını’’ söyler. Ramsey Clark’ın bu beyanı savcılığın itirazı üzerine dosyadan çıkarılır ve hükme esas alınmaz. Yargılamalar sonrasında Rennie Davis, Davit Dellinger, John Froines, Tom Hayden, Abbie Hofman, Jerry Rubin ve Lee Weiner’e değişik oranlarda hapis cezası verilir. Karar temyiz aşamasında bozulur. Davaya bakan yargıç Julius Hoffman, sanıklara karşı önyargılı tutumu, yargılama sürecinde uyguladığı yöntemler nedeniyle hukukçuların % 78’i tarafından hatalı bulunmuştur.
NETİCE İTİBARİYLE
İki haftadır Akbelen’de köylü ve çevrecilerin ortaya koydukları eylem, egemen yurttaşın yönetime doğrudan katılması mahiyetindedir. Böyle bir eylemle karşılaşan demokrasiyi içselleştirmiş, kendine güvenen temsili bir iktidar; yerinmek yerine, sorgulayan, kendini ciddiye alan, onurlu ve duyarlı vatandaşlara sahip olduğu için kıvanç duymalıdır. İktidarın gerçek sahibi olan halk, bu eylemle; temsili iktidarın ormandaki ağaç katliamına izin veren politikasında rızalarının olmadığını, imtiyazlı bir azınlığın hukuka aykırı menfaatleri uğruna ülke insanının tamamına ait kaynakların heba edilmemesini, ormanda yaşayan diğer canlıların yaşam alanlarının ellerinden alınmamasını söyleyerek, onu telafisi mümkün olmayan bir hata yapmaktan kurtarmaya çalışmaktadır. Ancak iki haftayı geçkin bir süredir halkın sağduyusunu yansıtan bu sese olumlu cevap verilmemiş, ağaçların büyük bir kısmı kesilmiştir. Bu aşamada temennim geçmişte Şikago’daki gelişmelerin bir benzeri olan Geziden hükümeti devirme davası çıkaran yargı tekniğimizin, aynı hatayı Akbelen ’de tekrarlamamasıdır.